Durum Tahlilimiz ve Zayıflayan Mücadele Azmimiz!
İman etmek kolaydır, fakat onu korumak zordur. İmam Burhanuddin ez-Zernûci (rha) ilim üzerine yazmış olduğu kitabında: “İlimlerin en üstünü ilmihal bilgisi, amellerin en üstünü de, kişinin bulunduğu hali korumasıdır” diyerek, kişinin imanını ve amellerini korumasının hassasiyetine vurgu yapmıştır. Sapık fikirler içinde yer bulan ve Müslüman hükmünde olan bir kişiyi, hatalarından dolayı hemen tekfir ederek iman dairesi dışına atan Haricilik ne kadar çirkin ise, bir kere iman ettikten sonra artık ne yaparsa yapsın, o kişi iman dairesi dışına çıkmaz mantığı içerisinde olan Mürcie inancı da, bir o kadar tehlikelidir. Bu ikisi arasındaki dengeyi korumak ve amellerimize dikkat etmek, biz Ehl-i Sünnet Müslümanlar için oldukça önemli bir husustur.
İbrahim DÖNERTAŞ
04.11.2021 11:09
1.876 okunma

IÇINDE bulunduğumuz topraklarda, Müslümanlar olarak genel durumumuza baktığımız zaman, bundan otuz kırk yıl öncesine nispetle gerek amel yönünden, gerekse motivasyon eksikliği açısından oldukça geriye gittiğimizi ve umarsızlaştığımız bir vakıadır. Bu durum her bir kişi için geçerli olmasa da, genel görüntümüz ile ilgili manzara budur. "Bunun sebepleri nelerdir? Bu durumu nasıl değiştirebiliriz?" sorularının cevaplarını bularak, halimizi olumlu yönde değiştirmenin yollarını aramamız, Allah’ın rızasını arayan biz Müslümanlar için oldukça önemli bir husustur. Aksi halde “Bir millet kendinde olanı değiştirmedikçe, biz onlarda olanı değiştirmeyiz”(Rad Sûresi: 13/ 11) ayeti gereğince içinde bulunduğumuz hal asla düzelmeyecek ve hatta belki de daha da kötüye gidecektir.

İman etmek çok kolaydır, fakat onu korumak oldukça zordur. Bu sebeple Allah (cc) Kur'ân’ı Kerim’in daha en başında, Fatiha Sûresinde Müslümanları ilimsiz amel ve amel edilmeyen ilim hakkında şiddetle uyarmıştır. Doğru çizgiyi yakalamak ne kadar önemli ise, o çizgiden sapmadan devam edebilmek de bir o kadar önemlidir. Kur'ân’ı Kerim’in içinde birçok ayette iman öğretildiği kadar, iman üzere kalabilmenin ve hatta fısk ve günahlardan uzaklaşabilmenin yolları da bizlere değişik vesileler ile beyan edilmektedir. Dolayısı ile hataları tespit ve ortaya çıkan eksikliklerin tamamlanması için gerekli olan tedbirlerin bir an önce alınması, ahiret hayatımız açısından oldukça önem arz eden bir durumdur.

Amellerin En Üstünü, Kişinin Bulunduğu Hali Korumasıdır

İmam Burhanuddin ez-Zernûci (rha) ilim üzerine yazmış olduğu kitabında: “İlimlerin en üstünü ilmihal bilgisi, amellerin en üstünü de, kişinin bulunduğu hali korumasıdır”(1) diyerek, kişinin imanını ve amellerini korumasını, ilmihal bilgisinin diğer ilimler karşısında ne kadar öncelikli ise, ameller için de, yapılması gerekenlerin en önde geleni olmasına benzetme yaparak, imanda ve amellerde sebat etmenin hassasiyetine vurgu yapmıştır. Sapık fikirler içinde yer bulan ve Müslüman hükmünde olan bir kişiyi, hatalarından dolayı hemen tekfir ederek iman dairesi dışına atan Haricilik ne kadar çirkin ise, bir kere iman ettikten sonra artık ne yaparsa yapsın, o kişi iman dairesi dışına çıkmaz mantığı içerisinde olan Mürcie inancı da, bir o kadar tehlikelidir. Bu ikisi arasındaki dengeyi korumak ve amellerimize dikkat etmek, oldukça önemli bir husustur. Bu sebeple atmış olduğumuz her adımda, almış olduğumuz her nefeste imanımızı ve ihlasımızı kaybetmemek için azami dikkat göstermeliyiz. Özellikle İslâm’ın devletinin olmadığı ve din emniyetinin sağlanmadığı böyle toplumlarda, bu hassasiyet daha da fazla dikkat edilmesi gereken bir husustur. Ayet ve hadislerde bizlere bildirilen “İleride kapkaranlık geceler gibi fitneler gelecektir!” şeklinde beyan edilen fitneler günümüzde zuhur etmiştir. Bu fitnelerden kurtulmak, karanlıklar içinde yol alabilmek ise ancak, bu fitneler karşısında nasıl hareket etmemizi bizlere öğreten Rabbimizin emirlerini öğrenmek ve tatbik etmek ile mümkündür. İmanına ve amellerine güvenen, fakat bu hususta yapılan uyarılara kulak asmayan kişinin fıska ve hatta küfre düşme tehlikesi her zaman mevcuttur. Bu hususta örnek teşkil eden birçok emsaller mevcuttur. Ders almamız açısından bunlar bizlere nakledilmektedir. Bunlardan biri de rahip Bersisa’nın takva ehli iken, küfre kadar süren olaylar zinciridir.

Rahip Bersisa ve Hatalar Zinciri

İbni Kesir, İbni Cerir et-Taberi’den, Hz. Ali ve Abdullah b. Mes’ud’un naklini vererek ve İmam Kurtubi’de İbni Abbas ve Vehb b. Münebbih’den nakleder ki, Haşr suresi 16.ayette geçen ve kâfir olan kişi, takva sahibi kişi iken sonradan küfre düşen bir rahip hakkındadır. İmam Kurtubi’nin İbni Abbas’dan naklettiği rivayeti özetleyerek verir isek olay şu şekilde olmuştur; “Fetret döneminde Bersisa diye anılan, manastırında yetmiş yıl boyunca ibadet etmiş ve bu zaman zarfında bir göz açıp kırpacak kadar bir süre dahi Allah’a isyan etmemiş bir rahib vardı. Bu rahib İblisi gerçekten bitkin düşürmüştü. İblis şeytanların azgınlarını toplayarak dedi ki: Aranızdan benim yerime Bersîsa’nın hakkından gelecek bir kimse yok mu!’ Ebyad adındaki ve peygamberler ile uğraşmakla görevli olan şeytan dedi ki: ‘Senin adına onun hakkından ben gelirim.’ Bunun üzerine Ebyad rahiblerin kılığına büründü. Başının ortasını da traş etti ve Bersisa’nın manastırına gitti. Ona seslendi, fakat rahib ona cevap vermedi. Ebyad, Bersîsa’nın kendisine cevap vermediğini görünce, o da manastırının dip taraflarında ibadete yöneldi. Bersisa namazını bitirdikten sonra Ebyad’ın rahiblere yakışır çok güzel bir şekilde namaz kılmakta olduğunu gördü. Bundan dolayı ona cevap vermediğine pişman oldu. ‘Ne istiyorsun?’ deyince, Ebyad; Seninle birlikte olmayı, senin edebinle edeblenip, senin amelini örnek almayı ve hep birlikte ibadet edelim istiyorum. Rahib: 'Seninle uğraşacak vaktim yok!' deyip, yine namazına döndü. Ebyad da namaza koyuldu. Bersisa, Ebyad’ın çok gayretle ibadet ettiğini görünce, ona: 'İhtiyacın ne?' diye sordu. Ebyad: 'İzin ver de yanına çıkayım' dedi. Ona izin verdi ve Ebyad bir sene onunla birlikte kaldı. (İbadetlerinde çok gayretli idi). Bersisa onun bu gayretini görünce, kendisinin yaptığını küçümsemeye başladı. Sonra Ebyad ona şöyle dedi: Benim Allah’ın kendileri vasıtasıyla hastayı, mübtelayı ve deliyi şifaya kavuşturduğu birtakım dualarım vardır deyip, bu duaları ona öğretti. Ebyad, İblisin yanına varınca, Allah’a yemin ederim o adamı helak ettim, dedi. Sonra bir adama musallat olup, boğazını sıkmaya koyuldu. Daha sonra onun akrabalarına -insan suretinde görünerek- dedi ki: Sizin bu adamınız delirmiş, onu tedavi edeyim mi? Onlar: Evet dediler. Bu sefer: Onu etkileyen kadın cinne gücüm yetmiyor, fakat siz bunu alın Bersisa’ya götürün, o Allah'ın İsm-i A’zamını bilir. Allah’tan bu adı anılarak bir şeyler istenirse verir, o adı anılarak O’na dua edilirse duayı kabul eder, dedi. Bu adamı alıp Bersisa’ya götürdüler, o da bu duaları okudu, şeytan(adama musallat olmayı kendi isteği ile terketti) onu bırakıp gitti(Adam şifa buldu).

Daha sonra Ebyad insanlara bu işleri yapıp duruyor, sonra onlara Bersisa’ya gitmelerini söylüyor, götürdükleri hastalar da iyileşiyorlardı. Üç erkek kardeşi olan kralların kızlarından birisine gitti. Babaları bir kraldı. Bu kral ölmüş, sonra da kardeşini yerine tayin etmişti. Bu kızın amcası İsrailoğulları arasında bir hükümdardı. Ebyad, bu kıza işkence etmeye ve boğazını sıkıştırmaya koyuldu. Daha sonra yakınlarına kızı tedavi etmek isteyen bir doktor suretinde gelip: ‘Onun bu şeytanı çok azgındır, ona güç yetirilemez. Fakat siz bu kızı alıp Bersisa’ya götürün, onun yanında bırakın, şeytanı geleceği vakit onun için dua edecek ve iyileşecek’ dedi. Yakınları; ‘Bersisa bizim bu isteğimizi kabul etmeyecektir’ dediler. Şeytan onlara şöyle dedi: Onun manastırının yanında siz de bir manastır inşa ediniz, sonra ela kızı oraya bırakıp bu kız senin yanında bir emanettir, mükâfatını Allah’tan bekleyerek onu tedavi et, deyiniz. Bersisa’dan kızı yanında bırakmasını istediler, kabul etmeyince bir başka manastır inşa ederek kızı oraya bıraktılar. Bersisa namazını bırakıp kızı ve kızın güzelliğini görünce oldukça etkilendi. Şeytan kıza geldi ve boğazını sıkıştırmaya koyuldu. Namazını bırakıp, kıza dua etti, şeytan onu bırakıp gitti. Daha sonra yine namazına yöneldi. Şeytan tekrar kıza geldi ve boğazını sıkıştırmaya başladı. Bu arada Bersisa görecek şekilde üstünün başının açılmasını da sağlıyordu. Sonra şeytan ona gelerek, 'ne oluyor sana? dedi. Sen onunla yat, onun benzerini bulamazsın, Bundan sonra da tevbe edersin.' Şeytan bu telkinlerini sürdürüp durdu. Sonunda o kız ile birlikte oldu, kız da hamile kaldı ve hamileliği görülmeye başladı. Bu sefer şeytan ona: Yazıklar olsun sana, sen rezil oldun. Onu öldür de öyle tevbe et ve rezil olma! Şayet sana gelip kızlarının nerede olduğunu soracak olurlarsa, onun şeytanı geldi, onu alıp götürdü, dersin. Bunun üzerine Bersisa kızı öldürdü ve geceleyin onu gömdü. Şeytan elbisesinin bir ucunu yakalayarak toprağın dışında kalmasını sağladı. Bersisa namazına geri döndü.

Daha sonra şeytan kızın kardeşlerinin rüyasına girip: Bersisa kızkardeşinize şunları şunları yaptı ve onu öldürdükten sonra şu şu tepede gömdü, dedi. Kardeşleri böyle bir şeyin olamayacağını kabul etmemekle birlikte Bersisa’ya: Kızkardeşimize ne yaptın? dediler. O: Şeytanı onu alıp gitti, dedi. Onlar da rahibi tasdik ettiler ve çekip gittiler. Daha sonra yine şeytan rüyalarına girerek: Kızkardeşiniz şöyle şöyle bir yerde gömülüdür. Onun elbisesinin bir ucu da toprağın dışındadır, dedi. Denilen yere gidip kızkardeşlerini buldular. Rahibin manastırını yıktılar, oradan onu indirip boğazına ip dolayarak krala götürdüler. Kralın önünde yaptıklarını itiraf etti, kral da öldürülmesini emretti. Asılacağı vakit şeytan: Beni tanıyor musun? dedi. O: Allah’a yemin ederim ki hayır deyince, sana o duaları öğreten arkadaşın benim, dedi. İsrailoğulları arasında en çok ibadet eden kişi sen iken Allah’tan korkmadın mı, utanmadın mı? Hem kendini rezil edecek şekilde bu yaptığın işler sana yetmedi mi? Bu yaptıklarını da ikrar ettin ve senin gibi insanları da rezil ettin. Şayet sen bu halinle ölecek olursan, senden sonra senin benzerlerinden hiçbir kimse asla iflah olmayacaktır. Bersisa: Peki ne yapayım? deyince, şeytan: Bir tek hususta bana itaat et. Ben de seni onlardan kurtaracağım, onların seni görmemelerini sağlayacağım dedi. Bu nedir? deyince, şeytan: Bana sadece bir defa secde edeceksin dedi. Bersisa: Yapayım deyip, Allah’tan başka ona secde etti. Şeytan: Ey Bersisa dedi, işte senden istediğim buydu ve nihayet sen Rabbine kâfir oldun, O’nu inkâr ettin. Ben senden uzağım, ben âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım, dedi.” İmam Kurtubi’nin nakli burada sona erdi.

Bu olayda Bersisa’yı ve nerede hata yaptığını detaylı olarak tahlil etmesek de, abid olan Bersisa’nın âlim olması gerekmemektedir. Çünkü nice kişiler vardır ki, abid oldukları, takva ehli oldukları halde, âlim olmadıkları gibi ve hatta cahildirler. Çok az bilen ve bildiği ile amel eden kişi abid olabilir. İşte âbid de olsa, fitneler hususunda, şeytanın tuzakları hakkında yeterli ilme sahip olmayan kişilerin, o tuzaklara düşmesinden korkulur. İlmi olmayan böyle kişiler hakkında Hasan-ı Basri (rha): “Âlimler fitneyi daha gelirken anlar. Cahiller ise ancak giderken fark eder” diyerek önemli bir hususa işaret eder. Nice ilim sahibi gözüken insanlar vardır ki aslında ilimleri sahtedir ve hatta balondur. Fakat bunu kendileri dahi bilmezler. Bir gün gelir, bu uçan balon patlar ve bir çöp yığını halinde ayaklar altına düşerek gerçek yerini bulur. Bazı ilim sahipleri de vardır ki gerçekten sahip oldukları ilim olduğu halde, ilimlerinin hakkını vermezler de, kendilerine uyanları da gaflete ve hatta dalalete sürüklerler. Hidaye sahibi İmam Burhanuddin el-Merginani; “Âli kişinin perdeyi yırtması (aldırmazlığı) büyük bir bozulmadır. İbadet eden cahilin durumu ise bundan daha kötüdür. Dini konularda kendilerine uyanlar için, her ikisi de bu âlemde büyük bir fitnedir”(2) diyerek fâsık âlim ve cahil âbid’in saptırıcı gücüne işaret eder. Hatta cahil âbid’in saptırıcılığı daha da şiddetlidir. Bu sebeple her bir Müslüman üzerine farz olan ilimleri öğrenmek zorunda olduğu gibi, öğrendikten sonra da amel etmekten imtina etmemelidir. Daha sonrasında da hiçbirimiz ilmimize ve amelimize güvenmemeli, şeytanın saptırıcı gücüne karşı her zaman hazır ve tedbirli olmalıyız. Şeytanın saptırma gücü öylesine kuvvetlidir ki, peygamberler bile Allah’ın yardımı ile buna karşı koyabilmişlerdir.

Peygamberler Bile, Şeytana Karşı

Allah’ın Yardımı ile Karşı Koyabilirler

Bu hususa bir örnek verecek olur isek;

“Neredeyse onlar sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için seni bile fitneye düşürecek ve o takdirde seni samimi bir dost edineceklerdi. Eğer sana sebat vermemiş olsaydık, az da olsa, onlara neredeyse meyledecektin” (İsra Sûresi: 17/73-74) ayeti kerimesinin sebebi nuzülü hakkında Bedrettin Çetinel, Esbabı nuzül isimli eserinde, İmam Suyuti’den naklen bu ayeti kerimelerin sebebi nuzülü hakkında şu rivayetleri yapar;

Ümeyye ibn Halef, Ebu Cehl ibn Hişâm ve Kureyş’ten diğer bazıları Rasûlullah (sav)’a gelerek: “Ey Muhammed! gel, bizim tanrılarımızı bir kerecik meshediver ki biz de seninle birlikte senin dinine girelim” dediler. Hz. Peygamber (sav), kavminin İslâm’a girmelerini çok istiyordu. Onların İslâmına sebep olacağı için neredeyse bu isteklerine meyletmek üzereydi ki, Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri indirdi. Bu âyet-i kerimelerin nüzul sebebinde rivayet edilenlerin en sahihi bu olup isnadı ceyyiddir ve bunu destekleyen başka rivayetler de vardır.” Bu ayetin tefsirinde Seyyid Kutub şu açıklamaları yapar; “Yüce Allah’ın peygamberini etkisinden kurtardığı bu girişimler, her zaman iktidar sahiplerinin dava adamlarını, yoldan çıkarmak için başvuracağı girişimlerdir. Az da olsa onları davanın doğru yolundan ve sağlam metodundan saptırma girişimleri sürekli söz konusudur. Dava sahiplerini yoldan saptırma uğruna ufak bir taviz için büyük servetleri feda ederler. Bazı dava sahipleri bu tekliflere kanabilirler. Zira bunun çok basit bir ödün olduğunu görürler. Yani iktidar sahipleri dava adamlarının davalarını bütünü ile bırakmasını istemezler. Tüm istedikleri, ufak tefek birtakım değişikliklerdir. Halbuki yolun başında ufak bir ödün, küçük bir sapma yolun sonuna varıncaya kadar köklü, büyük bir sapmaya yol açar. Küçük de olsa davanın bir parçasından vazgeçmeyi, basit de olsa davanın bir tarafını gözden çıkarmayı kabul edebilen bir dava adamı daha önce vermiş olduğu bu ödünü durdurma imkânını kaçırmış olur.

İktidar sahipleri, dava sahiplerine, dava erlerine yavaş yavaş sokulurlar. Dava erleri herhangi bir noktada ufak bir taviz verdiklerinde saygınlıklarını ve sağlamlıklarını yitirirler. Artık iktidar sahipleri pazarlığın sürmesi ve fiyatın arttırılmasıyla davanın tamamını teslim alabileceklerini öğrenmiş olurlar!”(3) Şeytanlar ve uşakları özellikle dava sahibi, dininde gayretli ve örnek kişileri hedef alarak, onları saptırmaya, saptıramaz ise taviz vermeye teşvik ederek bu yol ile toplumu ifsad etme yoluna giderler. Dinini araştırmayan kişiler ise bu saptırıcı unsurları; “Vardır bir hikmeti!” diyerek, sorgulamadan takip ederler. Saparlar ve onlar da başkalarını aynı şekilde saptırmış olurlar.

Bu ayeti kerimenin tefsiri ile ilgili Üstad Mevdudi de şu çok dikkate değer açıklamayı yapar;

“Hiç kimse, hatta Allah’ın Rasûlü bile, Allah’tan yardım almaksızın bâtıl ve küfrün saptırıcı metodlarına karşı koyamaz.” Evet, Allah Rasûlü’nün Allah’tan yardım almadan karşı koyamadığına, fert planında kalmış, uyarı sisteminden uzaklaşmış Müslüman da asla karşı koyamaz. O halde “Uyarı sistemi nedir?” sorusunun karşılığını çok iyi tespit etmek gerekmektedir.

Yusuf (as) bile, Yusuf Sûresinin tefsirinde beyan edildiği üzere Züleyha’nın çirkin teklifine meyledecek iken, Rabbi’nin burhanını görerek karşı koyabilmiştir. Bu durum ayette şöyle anlatılır. “Andolsun kadın onu arzulamıştı. Eğer Rabbinin kesin burhanını görmeseydi, o da (Yusuf da) onu arzulamıştı. Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o, muhlis kullarımızdandı.” (Yusuf Sûresi: 12/24) İmam Kurtûbi tefsirinde “meyletme” hakkında şunları nakleder: “ifadede takdim ve tehir vardır, yani Rabbinin burhanını görmemiş olsaydı, ona meyledecekti. Ebu Hatim der ki: Ebu Ubeyde’ye “Garibu’l-Kurân’’ı okuyordum.

Yüce Allah’ın: “Andolsun ki o kadın ona meyletmişti, o da o kadına meyletmişti” buyruğuna gelince, Ebu Ubeyde şöyle dedi: Burada takdim ve tehir vardır. O bununla şunu söylemek istemiş gibiydi: Andolsun kadın ona meyletti, o da Rabbinin burhanını görmemiş olsaydı, şüphesiz o kadına meyledecekti.” Melek olmayan, insan olan Yusuf (as) da şüphesiz insani sıfatlar taşımakta idi. Bu sıfatları taşıyan peygamberler bile korunmaya muhtaç ise, biz günahkâr kullar daha ziyadesi ile muhtacız.

Günümüz Müslümanlarının

Hal Manzarası ve Bozulmada Olası Sebepler

Türkiye coğrafyasında ikamet eden Müslümanların iman ve amel durumları, özellikle 80’li yıllarda yüksek bir motivasyon ve şevk ile günümüze göre daha yüksek ve daha güçlü idi. Özellikle o yıllarda Müslümanlar üzerine oynanan oyunlar ve yapılan baskılar daha kaba ve bariz bir şekilde kendini göstermekte idi. Özellikle 12 Eylül 1980 darbesi ve sonrasında devam eden gelişmeler, iktidarı elinde tutan güçler tarafından “irtica ile mücadele” adı altında Müslümanlara psikolojik ve fiziksel baskıları da beraberinde getirmiştir. Basın ve yayın organları da tüm güçleri ile Müslümanlara kin kusmakta, iftiralar atmakta, gerici ve yobaz söylemleri adı altında özellikle devlet eli ile okullarda, devlet dairelerinde, askeri alanlarda ve hatta hastanelerde Müslümanlara düşmanca muameleler ile ikinci sınıf insan konumuna sokulmuşlardır. Özellikle 28 Aralık 1996’da uygulamaya konulan bir senaryo ile Fadime Şahin-Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı olayı bahane edilerek sokakta tesettürü ile yürüyen her bir Müslüman hanım Fadime Şahin, her bir sakallı erkek de Müslüm Gündüz muamelesine tabi tutularak sözlü ve hatta fiili saldırılara maruz kalmıştır. Bu sözlü saldırılardan, hakaretlerden bizzat nasibini alan bir kişi de şahsımdır.

Zaten bu gibi kurgulanarak piyasaya servis edilen ve postmodern darbenin sebeplerinden olan bu olaydan iki ay sonra da 28 Şubat süreci başlatılmıştır. Aradan geçen yıllarda hiç gündeme gelmeyen Fadime Şahin’in ve Ali Kalkancı’nın isimleri 2009 yılında, Ergenekon Davası’nın bir gizli tanığının iddiaları ile bu iki şahıs hakkında, çirkin bir şekilde tekrar gündeme gelmiştir. Zaten aradan geçen 13 sene ve sonrasında Fadime Şahin’in ismini ve görüntüsünü değiştirmesi de ayrı bir ölçektir. İşte böylesine bir ortamda biz Müslümanlar birbirimize daha çok yakınlaşmıştık. İslâm’ı yaşama ve sahiplenme hususunda daha da bir gayretli idik. Farklı gruplarda, farklı usüllerde olan Müslümanlar bile birbirimize daha sıcaktık. İslâm düşmanlarının üzerimize ve inançlarımıza oynadıkları oyunlar, bizleri daha bir motive etmişti. Hırslandırmış ve inancımızı yaşama hususunda şevklendirmişti. Hikâyede anlatıldığı gibi birbirine darılan ve ormanda biri önde, biri arkada ayrı ayrı yürüyen iki kardeşin, önde yürüyenin önüne ayı çıktığı zaman, yavaş yavaş geriye doğru dargın kardeşine doğru geldiği gibi, bizler de usül konusunda ihtilaf ettiğimiz Müslümanlara doğru, gönül yakınlaşması yaşamıştık. Dargın da olsak, ayıdan tarafa gidecek halimiz yoktu. Ayılar önümüze çıktıkça bu durum böyle devam edecektir..

Bu baskıcı dönemden sonra bir başka dönem başladı. Bu dönem ile ilgili söyleyeceğim çok şey vardır. Fakat derdimi anlatmam için uzun kelimelere ve sahifelere ihtiyacım olduğundan yanlış anlaşılmamak için bu tahlilimi şimdilik ortaya koyamıyorum. Fakat kısaca şunu beyan edeyim ki bu yeni dönem, bizleri birçok husus açısından rahatlatmakla birlikte, birçok açıdan da zarara uğratmıştır. Bu kâr ve zarar hesabını yapması gereken kişiler, demokratik ülkelerdeki seçimlerde aday olacak partileri destekleme veya desteklememe hususunda durum tahlilini çok dikkatli bir şekilde yapacak İslâm cemaatinin istişare heyeti, Ehli Hal ve'l Akd ulemasıdır. Türkiye coğrafyasında genel manada böyle bir yapı olmadığı gibi, fert planında kalan kişilerin de bu tercihi yapması da usül açısından hiç de uygun bir durum değildir.

Başsız kalan, sahipsiz kalan Müslümanların, tağuti rejimler ve İslâm düşmanı sinsi güçler tarafından kullanılması hiç de zor değildir. Bir vücudun mesabesinde olması gereken Müslümanlar bugün başsız, idaresiz kalmış, delice hareket etmektedirler. Deli kimse ise kendi iradesi ile değil, başkalarının yönlendirmesi ile hareket eder. İşte böyle delice bir hareket de birtakım faydalar getirse de, tahlil etmekten uzak olan kimseler için çok büyük zararları da beraberinde getirebilmektedir ve getirmiştir de. Fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalarak bedenleri hususunda endişe eden Müslümanların yerine, fısk ve hatta iman zafiyeti içine girebileceği ortamlar şiddetle yayılmıştır.

Müslümanlar olarak asla zulmü ve sıkıştırılmayı arzu etmemekle birlikte, sulandırılmış bir İslâm modeli ile fısk ve hatta şirk amelleri ve akideleri ile kirletilmiş bir İslâm toplumunu(!) daha bir şiddetle istememekteyiz. Haram ve hatta iman zafiyeti içinde bir rahatlık yerine, işkence ve zulüm altında da olsa tevhid üzere bir hayat sürmek her zaman tercihimizdir. Biz doğruyu, doğru bir şekilde kazanmayı arzu ederiz. Bu yolda musibet ve bela istememekle beraber, gelirse de katlanırız.

Dinimize, inancımıza gelecek belayı def etmek, bedenlerimize gelecek belayı def etmekten daha da önceliklidir. İmam Razi (rha)’in açıklaması üzere bu duruma işaret ederek; Allah (cc) Felak suresinde tek bir sıfat ile “De ki; Sabahın Rabbine sığınırım”(Felak Sûresi: 113/1) diyerek bedenlere gelecek üç kötülükten, “Gecenin şerrinden, düğümlere üfleyen kadınların şerrinden ve hasetçinin şerrinden”(Felak Sûresi: /3-5) sığınmamızı isterken, Nas suresinde üç sıfatı ile “De ki: Sığınırım insanların Rabbine, melikine, ilahına”(Nas Sûresi: /1-3) diyerek tek bir kötülükten, yani dinimize zarar verecek olan bir kötüden, “vesvese verecek olan şeytan’dan”(Nas Sûresi: 114/4) sığınmamızı istemektedir. Duada kullanılan vesilelerin yani sıfatların fazlalığı ve istenen şeyin tek bir şeye vurgu yapması, o şeyin oldukça önemli bir husus olduğunun mesajını bizlere vermektedir. Dolayısı ile dine gelecek en küçük tehlike, bedenlere gelebilecek en büyük tehlikenin önlenmesi açısından daha da önceliklidir.

Allah Yolunda Başa Gelen

Sıkıntılar Birer Nimettir!

Müslümanlar olarak her ne kadar sıkıntı ve belalar içinde yaşamayı arzu etmesek de, Allah’ın rızasını kazanmak için dosdoğru yolumuzda yürür iken karşılaştığımız zorluklar, çile ve işkenceler, biz Müslümanlar için vazgeçirici bir unsur olmadığı gibi bilakis bizleri daha çok teşvik eden, motive eden ve şevkimizi arttıran hususlardandırlar.

İşkence ve zulüm, fiziksel olarak bedenlerimize zarar verse de, ruhlarımızı müstakim kılan, dirençli ve daha güçlü bir şekilde davamızda kararlı kılan etkenlerdir. Kur'ân’ı Kerim’de ve sünnette bu husus hakkında sayısız örnekler vardır. Allah’ın dinini yaşama ve yaşatma gayreti içinde yapılan cihad faaliyetleri ile beraber gelen zorluklar, ruhlarımızı ve nefislerimizi arındırdığı gibi, aynı zamanda da safları ve cemaati de, tembellerden, korkak ve bozgunculardan ve hatta münafıklardan arındırır. Kalanları da daha güçlü ve kararlı kılar.

Bu hususta Necip Fazıl’ın şu sözleri de manidardır: “Ey düşmanım! Sen benim ifadem ve hızımsın. Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın.”

Bu yolda her zaman sıkıntılar vardır. Düşman vardır, zorluklar vardır. Müslümanlar tarih boyunca kan, ter ve gözyaşı sürecini sık sık yaşamışlardır. Allah (cc) Kur'ân’ı Kerim’de: “Siz sizden önce geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü’minlerle; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır”(Bakara Sûresi: 2/214) buyurarak bu yolun zorlu imtihanlarını haber vermektedir.

Rahatlık ve Bolluğun Fitnesi de,

Özellikle Dikkat Etmeyi Gerektirir

Rabbimiz (cc) Kur'ân’ı Kerim’de: İman edenlerin, Allah'ın ve haktan inmiş olanın zikri için kalplerinin 'saygı ve korku ile yumuşaması' zamanı gelmedi mi? Onlar, bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasık olanlardı”(Hadid Sûresi: 57/16) buyurarak iman edenleri uyarmaktadır. Acaba bu ayette iman edenler ne için uyarılmışlardır? Allah(cc) onları hangi hallerinden dolayı kalb katılığına karşı uyarmıştır? Tefsirlerden açıklamalar verecek olur isek: İmam Kurtubi (rha): “Muhammed b. Ka’b dedi ki: Ashab Mekke’de kıtlık içerisinde idi. Medine’ye hicret edince bolluk ve nimet ile tanıştılar. Daha önce içlerinde bulundukları halden uzaklaştılar, bunun sonucunda da kalpleri katılaştı. Yüce Allah onlara öğüt verince de ayıktılar” diyerek sahabenin Mekke ve Medine arasındaki şartlar sebebi ile olumsuz olan değişimine işaret eder.

İmam Râzi (rha) ise şöyle açıklar: “Bir kavmin içinde, ileri derecede huşu sahibi kimseler bulunuyordu.. Daha sonra bu kimselerden, o mükemmel huşu zail olup silindi de, böylece onlar, bu ayetle o huşûyu yeniden elde etmeye teşvik edildiler. Çünkü A’meş, şöyle demektedir: “Sahabe, Medine’ye gelince, bolluk ve refaha kavuştular. Böylece de, daha önce üzerinde bulundukları dinî hal ve tavırlar konusunda bir gevşeklik gösterdiler. Bu sebeple de, bu ayetle kınandılar.” Hz. Ebû Bekir (ra)’in de şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bu ayet, Resûlüllah’ın huzurunda okundu. O sırada da, onun yanında Yemâmeliler’den bir grup bulunuyordu.. Bunun üzerine onlar, adamakıllı ağladılar. Bunun üzerine de Ebû Bekir, onlara baktı da, “Biz de böyleydik; ama kalblerimiz katılaştı artık...” dedi.” İmam Râzi’nin açıklamaları bitti.

Elmalı Muhammed Hamdi Yazır (rha) ise tefsirinde: “Uzun zaman geçmesiyle duygular kocayarak neşesini kaybeder. Arzulara gevşeklik ve kalbe katılık gelir ve bu kanun, ruhundan dolayı ferdler gibi cemiyetler de dinî neşelerinde bir başlangıç çocukluk, gençlik, rüşd, kemâl ve olgunluk, sonra da kocamak ve ihtiyarlık gibi tavırdan tavıra çeşitli devirler yaşar. Bu suretle kocayan cemiyetler ancak neşenin yenilenmesi yoluyla, öldükten sonra dirilme gibi yeniden hayat kazanarak varlığını devam ettirebilir.” Siz onlar gibi olmayın, katı kalpli de olmayın, fâsık da olmayın …zamanın uzaması, kalp katılığına bir sebep gösterilmiştir. Zira zamanın geçmesiyle duyguların şiddeti söner, kalpler katılık peyda eder” açıklamasını yaparak kocayan, ihtiyarlayan duyguların yenilenmesinden bahseder.

Kısaca rahatlık ve bolluk içindeki Müslümanların, iman ve amel durumlarına dikkat etmeleri ve duygu zafiyeti getirecek şeylerden kaçınarak, imanlarını ve ibadet şevklerini ölçü dahilinde hareket ederek arttırmaları gerekmektedir. 'Müslümanları şeytanın aldatmalarından, tağutların yönlendirmesinden, sapıklıklara karşı ve nefsi isteklerinin şiddetine karşı koruyacak olan şey nedir? Bizleri tekrar canlandıracak, motive edecek, ihtiyarlamış duygularımızı gençleştirecek, dinamik bir hareket kazandıracak olan faaliyetler, çareler nelerdir?' sorularının cevabını inşallah (yazılması gereken güncel bir mesele çıkmaz ise) önümüzdeki yazıda beyan edeceğiz. Ayrıca bizleri olumlu ve olumsuz etkileyen nedenlerin ne olduğunu da ortaya koyarak, durum tahlilimiz ile olumlu yönde bir ivme kazanmayı arzu eden yumuşak bir kalp temennisi ile Allah’a emanet olun!

_____________________

(1) Burhanuddin ez-Zernûci,Tâ’lim’ül Müteallim, sh.9.

(2) Burhanuddin ez-Zernûci, age. sh.46.

(3) Fi Zilalil Kur'ân, Seyyid Kutub. İsra,73-74

...
Yorum Ekle
Adınız :
Başlık : Yorumunuz :
Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
YAZARLAR
...
...