Kurtuluşun Reçetesi
Bilindiği gibi maddi hastalıkların yanında manevi hastalıklar da vardır. Maddi hastalıklarda olduğu gibi manevi hastalıklar da tedavi edilmezse kronik hale gelir. Öyle ki kişi yaşayan bir ölü durumuna düşer. İnsanı öncelikle manevi hastalıklara karşı uyaran Rabbimiz, manen ölü olanların artık hiç bir sözü idrak edemeyeceklerini beyan etmektedir. Nitekim ayeti kerimede şöyle buyrulmuştur. “Şüphesiz Sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da (yaptığın) çağrıyı işittiremezsin. Ve sen körleri bulundukları sapıklıktan kurtarıp doğru yola eriştirici de değilsin. Sen ancak ayetlerimize inanan kimselere (Hakk’ın sesini) duyurabilirsin. İşte (Hakk’a) teslim olup esenliğe erişenler bunlardır. ”(Neml Sûresi: 80-81) Kalp manevi hastalıklara duçar olduğunda kişinin doğru yolu görmesi çok zordur, hatta bazen imkânsızdır.
Sabiha ATEŞ ALPAT
20.10.2021 11:07
3.606 okunma
Paylaş
HİÇ kuşkusuz maddi hastalıkların yanında manevi hastalıklar da vardır. Maddi hastalıklarda olduğu gibi manevi hastalıklar da tedavi edilmezse kronik hale dönüşür. Öyle ki kişi yaşayan bir ölü durumuna düşer. İnsanı öncelikle manevi hastalıklara karşı uyaran Rabbimiz, manen ölü olanların artık hiç bir sözü idrak edemeyeceklerini beyan etmektedir. Nitekim ayeti kerimede şöyle buyrulmuştur. “Şüphesiz Sen, ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da (yaptığın) çağrıyı işittiremezsinVe sen körleri bulundukları sapıklıktan kurtarıp doğru yola eriştirici de değilsin. Sen ancak ayetlerimize inanan kimselere (Hakk’ın sesini) duyurabilirsin. İşte (Hakk’a) teslim olup esenliğe erişenler bunlardır.”(Neml Sûresi: 80-81) Kalp manevi hastalıklara duçar olduğunda kişinin doğru yolu görmesi çok zor, hatta bazen imkânsızdır. Hayat/Dünya imtihandan geçtiğimiz bir alandır ve bilindiği gibi mutlak geçicidir. Hayatın gayesi bir ayetî kerimede şöyle bildirilmiştir: “Mülk (bütün kâinat ve hükümranlığı) elinde bulunan (Allah) ne Mübarektir ve Şanı ne Yücedir. O, her şeye Kâdir ve Muktedir olandır. O, (İslam’a ve insanlığa uygun davranış, ahlâk ve anlayışta) amel bakımından hanginizin daha iyi (daha güzel ve daha verimli) olacağını denemek (ve hak ettiği karşılığı vermek) için,  ölümü  ve hayatı yaratmıştır. O, Üstün ve Güçlü olandır, çok Bağışlayandır.» (Mülk Sûresi: ١-٢) Ahireti kazanmanın yolu manen kalbin sağlıklı olmasına bağlıdır.
Maneviyatın sağlıklı olması için ilahi yasaklara karşı titiz bir kalbin sahibi olmak ve aynı zamanda Allah’ın (cc) överek vasfettiği müminlerin vasıflarıyla vasıflanmak gerekir. Tek kurtuluş yolu budur. Kurtuluşun yolunu gösteren ayetlerden birisi de Ahzap Sûresi 35. ayettir. Şöyle beyan edilmiştir: "Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah’a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah’tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar, sadaka veren sadık erkekler ve sadaka veren sadık kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.
Ayette geçen özellikleri sırasıyla şöyle;
Fazîletlerin Tamamını Kendinde Toplayan
Müslüman erkek ve kadınların on özelliği
Cenâb-ı Hak kadınlarla ve dolayısıyla aile yuvasıyla ilgili aydınlatıcı ve yönlendirici emir ve tavsiyelerde bulunduktan, uyulması lüzumlu birtakım kuralları açıkladıktan sonra, hayata gözlerini açan her insanın, hem dünyasını, hem de âhiretini mutluluğa eriştirmesi için şu on vasfı, diğer bir anlatımla, on özelliği kendinde taşımasını konu edinerek en doğru yolu göstermektedir:
1— İslâm
İslâmiyet Cenâb-ı Hakk’a inanarak teslim olmak, baş eğip itaat etmektir. Bu manayla, diğer dokuz özelliği kendinde taşıyan kişiye, gerçek anlamda «Müslüman» denir.
Hakk’a teslimiyet, gösterip baş eğen kimse, çevresindeki insanlara da güven ve huzur verir; herkes onun elinden ve dilinden emin olur. Zira dinin özü ve mayası, «Tevhîd İnancı» doğrultusunda Cenâb-ı Hakk’a kayıtsız, şartsız baş eğip teslimiyet-göstermek ve selâmet yolunu tutup çevreye güven ve huzur vermektir. Teslimiyet gösterilirken, Allah'ın emirlerine, Allah'ın istediği gibi kitabın ölçüleriyle ve Sünnet'in örnekliğinde olmalıdır. Değilse emri Allah’tan, ölçüsü hevadan alınan bir teslimiyet değildir. Aynı zamanda seçmece bir teslimiyet de geçerli değildir. İslam, seçip beğendiğimizi alacağımız bir tezgah değildir.
Diğer bir deyimle nefsin hoşuna gitmeyen hususlarda da teslimiyet esastır; “Hoşunuza gitmese de savaş size farz kılındı” ayetinin manasında olduğu gibi.
2— İmân
İmân, şartlara uygun olarak dil ile ikrar, kalp ile tasdîkten ibarettir. Kendini bu düzeye getiren kimseye «mü’min» sıfatı lâyık görülür. İslâm, bir bakıma zahirî bir teslimiyeti andırdığından, «müslüman» sıfatından hemen sonra «mü’min» sıfatı getirilmiştir.
3— Kanıt
İman ve teslimiyet havasında Hakk'a ibâdetle O’nun yüce huzurunda boyun eğip sadakatte bulunmak anlamına delâlet eden «kanıt» çok yönlü bir kavramdır. Edeple durmak, duâ etmek, baş eğmek, namazda uzun süre ayakta durmak gibi mânalara da delâlet eder.
Böylece İslâm ve îmân, sadakatle kulluğu gerektirdiğinden, o iki sıfattan sonra bu sıfat anılmıştır.
4— Sadakat
Sözünde, özünde, davranışında doğru olup, aleyhine bile olsa doğruluktan ayrılmayan kimseye «sadık» denir. Her şeyin başında. Kelime-i Şehadet’i söyleyen müslüman mü’min, iki şehadetin gerektirdiği hususları yerine getirme konusunda Rabb'ına söz vermiş olur ve bu sözüne sadık kalması gerekir. Cenâb-ı Hak, yüce huzurunda boyun eğip itaat üzere ibâdet eden kulunu «sâdık» sıfatıyla anmaktadır.
5— Sabır
İman ve İslâm'ın gereğini yerine getirirken dayanma gücünü ortaya koyan, karşılaştığı üzücü olaylara göğüs geren, başa gelen dert ve musibetlere katlanıp kazaya rıza gösteren; ibâdet, meşru iş, ilim ve hayırlı konulara yönelirken azimle devam eden kimseye «sâbir» denilir.
O bakımdan sabır, kısaca, olaylar ve işler karşısında sebat gösterme gücünü taşımanın tezahürü" olarak tarif edilmiştir. Sabrın en belirgin olanı, ilk sadmede kendini gösterenidir, yani ilk sadmede dayanma gücünü ortaya koymak, sabrın en açık ve en önemli olanıdır.
6— Huşû’
"Allah’ın huzurunda sükûnet, gönül yatışkanlığı, sevgi, tevazu’ ve saygı ile durup edep ölçüleri içinde korkmak" anlamına gelen «huşu’» da geniş kapsamlı bir kavramdır. Kendini kulluğun bu çizgisine getiren mü’mine «Hâşi’» denir.
İslâm'ın va’dettiği selâmet yolunda sadakat ve sabrını ortaya koyan mü’mine yakışan güzel vasıflardan biri de, şüphesiz ki «huşû'»dür. O bakımdan sadakat ve sabırdan sonra bu sıfata yer verilmiştir.
7— Sadaka
Sadaka, «sıdk» kökünden türetilmiştir. Gelir kaynağı ve yeterli işi olmayan, kazanma imkânı çok sınırlı bulunan fakir ve muhtaçlara; dost ve yakınlara Allah için yardım etmek suretiyle sadakatini ortaya koyan mü’mine «mutasaddık» sıfatı verilir. Böylece mü’min bedenî ibâdetin yanında malî ibâdette de bulunmak suretiyle doğruluğunu tazelemiş olur.
Sadaka, çok yönlü bir yardımı ifade eder. Şöyle ki, yolda müslümanlara eziyet veren bir şeyi gidermekten tutun da, kişinin kendi eşinin ve çocuklarının ağzına koyduğu bir lokmaya ve insanlara karşı güler yüz, tatlı dili izhar etmesine kadar yapılan her iyilik bu kelimenin kapsamına girer.
Şüphesiz Allah'tan saygı ile korkup O'na teslimiyet gösteren mü’min, mal ve servetin amaç değil, gerçek amaca erişmek için araç olduğunu bilir ve kazandığı nimetleri yalnız kendi inhisarı altında tutmaz, fazlasını muhtaç durumda olan din kardeşlerine vermek suretiyle yalnız kendisi için yaşamadığını ve kendisi için kazanmadığını ortaya koyarak toplumdan kopmaz bir parça olduğunu her vesileyle isbatlar.
8— Oruç
Oruç, daha çok bedenî bir ibâdettir. Hayvanî sıfatı zayıflatıp melekî sıfatı kuvvetlendirmek; nefse karşı hâkimiyet sağlayıp irâdeyi en iyi şekilde kullanmak demektir. Mü’min sadaka vermek suretiyle malını, oruç tutmak suretiyle de bedenini temizler.
9— İffet ve namusu korumak
Bu da oruç ibâdeti gibi, nefsanî arzulara karşı üstünlük sağlamayı; her şeye rağmen meşru’ sınırları aşmamayı gerektiren bir sıfattır.
İnsanı kemal derecesine yükselten hasletlerden biri de, şüphesiz ki, namus ve iffeti, emredildiği şekilde korumak; şehevî duyguyu meşru olan yana çevirip kanalize etmektir. O bakımdan oruç ibâdetinden hemen sonra iffet ve namusu koruma anılmıştır.
10— Allah’ı çokça anmak
Yukarıda sıralanan dokuz vasfı kendinde toplayan mü’minler nefis ikliminden uzaklaşır, İblîs'e sırt çevirerek rahmânî aydınlığa doğru yönelirler. Böyle olunca da her gün Allah’a biraz daha yakın olma bahtiyarlığına kavuşurlar. Artık kalpleri daha çok Allah ile dolup taşar, O’nun sevgi ve korkusuyla süslenir de oradan dile taşarak kalbî zikirle birlikte dil ile zikretmeye yönelirler. Bundan derunî zevk duydukları için gece ve gündüz Allah’ı anmayı unutmazlar; işe başlarken, evden çıkarken, oturup kalkarken hep O’nu hatırlarlar.
İşte dünya uğrağına gelip ebediyet yolculuğuna devam eden mü’min erkeklerle mü’mine kadınlar bu on sıfatla kendilerini donatıp yönlendirme basîretine eriştiklerinden dolayı Allah onlara mağfiret ve büyük mükâfat hazırlamıştır.

 

...
Yorum Ekle
Adınız :
Başlık : Yorumunuz :
Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
YAZARLAR
Haber Akışı
...