İçinde yaşadığımız zaman diliminde biyolojik savaş, genetik manipülasyon, ekonomik krizler, ırkçılık, büyük sıfırlama, dijital diktatörlük, salgın hastalıklar, yoksulluk ve küresel iklim değişikliği gibi pek çok gelişmeyi eş-zamanlı olarak tecrübe ediyoruz. Hristiyan dünyanın kendi iç krizlerinden doğan deizm inancı, popüler kültürün önemli terimleri arasındaki yerini almıştır. Popüler anlamda deizm, dünyayı yüce bir varlığın/Tanrı’nın yarattığını, daha sonra insanı kendi başına bıraktığını ileri süren bir kültürdür. Gerçek manada deizm ise, dünyanın ilahi bir yaratıcısının var olduğunu kabul ederken, buna karşın herhangi özel bir ilahi vahyi reddederek, tek başına insan aklının doğru olan ahlaki ve dinî hayat için gerekli her türlü bilgiyi bize sağlamada yeterli olduğunu iddia eder. Liberallerin istediği, dünyaya müdahale etmeyen Tanrı telakkisini şu şekilde özetlemek mümkündür: "Liberal kişi, son tahlilde bir Tanrı’nın varlığını kabul eder, ama kabul ettiği Tanrı dünya hayatını düzenleyen bir Tanrı değildir.”
Günümüzde ekonomiden siyasete, sanattan dine kadar pek çok alanda liberal kültür etkin durumdadır. Pagan Yunan’dan Aydınlanma Dönemi’ne kadar Tanrı, hayatın içinde oldukça dinamik bir varlık olarak kabul edilirken, modernleşme sürecinin itikadi temayülü olan deizm varlığın “otonomluğu” tezi üzerinden Tanrı’nın hayattan kovulmasını ön plâna çıkaran yeni bir anlayışı telkin etmektedir. Bu bakımdan ateizmle, tabiatın düzenine, insanın hayatına ve işlerine müdahale etmeyen, tabir caizse “Münzevi Tanrı” anlayışı (deizm ideolojisi) seküler-lâik siyasi rejimleri takdis eden dünya görüşünü ön plâna çıkarmışlardır. Önümüzdeki günlerde İskoçya’nın Glasgow kentinde (1 - 12 Kasım arasında) gerçekleşecek tarihi Birleşmiş Milletler (BM) İklim Zirvesi’ne katılacak olan bütün devletler, seküler-lâik siyaset kültürünü benimseyen devletlerdir. Son yıllarda iyiden iyiye önem kazanan tabiat ve çevre duyarlılığının da zirve yapacağı bu toplantıya dünyanın en önemli liderleri katılacak ve görüş belirteceklerdir. Her sene hava durumu programlarında artık duymaya alışkın olduğumuz, “Bu yazın, son on yılın en sıcak yazı olması bekleniyor” anonsları, bizler için aslında küresel ısınmanın bir hatırlatıcısı niteliğindedir. Yazları günlük hayatımızda küresel ısınmayı gündemimize alsak da aslında yılın her dönemini etkileyen bir durum söz konusudur. Çiçeklerin zamansız açması veya hiç açmaması, meyvelerin verimli bir şekilde olgunlaşmaması, kuşların göç zamanlarını şaşırması, besin zincirindeki dengesizlikler gibi birçok ekolojik olumsuzluğun kaynağı küresel ısınmadır. 1938 yılında antropolojik unsurların iklimi değiştirdiğini ve bunun ana kaynağının yakıt kullanımı olduğu, Guy Stewart Callendar tarafından yayımlanan makalede ortaya konulmuştur. O zamandan beri ivmeli bir artış gösteren karbondioksit (CO2 ) salınımı günümüzde çok ciddi seviyelere ulaşmıştır. Öyle ki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Susan Solomon’un 2009 yılında yayımlanan makalesine göre; küresel ısınmanın etkilerinin geçmesi, CO2 salınımının tamamen durdurulması ile sağlanabilir. Dünyanın doğal halini yeniden kazanması ise durdurulmasının üzerinden bir milenyum geçmesi ile mümkündür.
Küresel ısınmaya yol açan sera gazı salınımlarının her yıl arttığı dönemlerde akıllara gelen soru şudur: “Ben bu konuda ne yapabilirim, benim elimden ne gelebilir?” Bu soru, bir açıdan makûl ve vicdanlı bir soru iken bir yandan da maalesef absürt bir sorudur. Problemi gidermek için emek sarf etme, gerekli adımları atabilme cesaretinin belirtisiyken aynı zamanda küresel bir problemin tek başına giderilemeyeceğini kabul edemeyecek kadar hayalperest bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Küresel ısınmayı tetikleyen sera gazı salınımlarının yüzde 70’i, bugün 100 büyük şirket tarafından atmosfere salınmaktadır. Durum böyleyken haber sitelerinde, kamu spotlarında, sosyal medyada konuyla ilgili en çok duyulan tavsiyeler; "Enerji tasarruflu ampuller alın, bisikletle gidilebilecek yere arabayla gitmeyin, daha az tüketim yapın ve hatta fazla çocuk yapmayın" şeklindedir. Bir bireyin hayatı boyunca üretebileceği sera gazının binlerce katını gün içinde üreten şirketler dokunulmazlığını korurken, küresel ısınmanın sorumlusu ve dolayısıyla çözümü olarak sıradan insanların gösterilmesinde büyük bir çelişki vardır. Küresel ısınmanın önlenmesi için, misal toplu taşımaya sözlü olarak teşvik etmek yeterli değildir. Aynı zamanda toplu taşımanın tercih edilmesini kolaylaştıracak gerekli politikalar izlenmelidir. Başka bir deyişle bireysel tercihlere kıyasla daha realist bir çözüm olarak özel şirketlerin, devletlerin, uluslararası kuruluşların birtakım politikalar uygulamasıdır. Ortaya muğlak ve net çizgileri olmayan, umut satan önerilerle çıkmamak için durumu biraz daha yakından incelemek gerekiyor.
Kendisini fosil yakıtlara bağımlı hayat standartları içinde bulan insanlardan radikal kararlar alarak ilkel koşullarda yaşamalarını bekleyemeyiz. Fosil yakıt tüketimini azaltmak için toplu taşımayı tercih etmenin daha iyi olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Fakat toplu taşıma imkânları yeterli değilse; örneğin seferler çok uzun aralıklarla yapılıyorsa, havalandırma sistemi güzel çalışmıyorsa, yakın bölgelerde durak yoksa doğal olarak insanlar özel araçlarını kullanmak zorunda kalacaklardır. Küresel ısınmayı gerçekten önlemek için verileri inceleyip adil ve sürdürülebilir çözümlerin bulunması zaruridir. Toplu taşıma dışında küresel ısınmayı yavaşlatacak bir diğer unsurun ‘yenilenebilir enerji’ olduğunu söylemek mümkündür. Gelişmiş ülkeler çok daha ucuz maliyetlerle çok daha verimli güneş panelleri veya rüzgâr türbini üretebilecek ekonomik ve akademik potansiyele sahipken, gelişmekte olan ülkelerin bu kaynaklara sahip olmadığı bilinmektedir. Bu yüzden her devlet için CO2 salınım miktarını azaltmak aynı derecede kolay değildir. Meselenin bir başka boyutu da şudur: Meşhur Our World in Data 2017 verilerine göre ortalama olarak bir Türk vatandaşının atmosfere saldığı CO2 miktarı yılda yaklaşık 4.61 ton iken, bir Amerikan vatandaşının atmosfere saldığı CO2 miktarı 15.51 tondur. Atmosfere salınan CO2 salınımını azaltmak için Türkiye toplu taşımaya yaptığı yatırımları ne kadar artırırsa artırsın, Amerika ve Çin gibi büyük CO2 üreticileri herhangi bir değişiklik yapmadığı takdirde küresel ısınmanın yavaşlaması mümkün değildir. Geldiğimiz noktada küresel ısınmayı yavaşlatmak için hangi devletler ve şirketler, hangi çözüm politikalarını uygulayacaklar sorusunun cevabı oldukça karışıktır. Gelişmiş ülkelerde fosil yakıt şirketlerinin lobileşmesi, gizli sübvansiyonlar, yeteri kadar destek ve imkân bulamayan yenilenebilir enerji şirketleri, yenilenebilir enerji teknolojisinin eksikliği ve daha birçok konu üzerine daha fazla çalışmak gerekiyor. Tükettiğimiz ürünlerde doğaya verilen zararı önemseyerek tercih yapmak elbette önemlidir, fakat gerçek bir çözüm için daha farklı, kapsamlı bir yol izlenmesi zaruridir. Bu problemlerin çözülmesi bireysel tüketim tercihleri değil; hukuk, mühendislik, ekonomi, uluslararası ticaret, sosyoloji, politika gibi birçok farklı prensipte söz sahibi uzmanların bir arada çalışmasını gerektiriyor. Dünya ülkeleri, Glasgow’daki İklim Zirvesi’nde insanlık için şu sloganı ön plâna çıkaracaklardır: Yaşamak istiyoruz!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da hazır bulunacağı zirvenin önemli konuklarından biri de son dakikada bir değişiklik olmazsa Papa Francis olacaktır. Dünya adına yeni ve önemli mesajların verileceği sonuç bildirgesinde ciddi uyarıların yapılacağı İklim Zirvesi için şimdiden şunu söyleyebiliriz: 2022 yılından sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. 200’e yakın ülkenin katılımcı olacağı İklim Zirvesi’nde temel söylem elbette ‘Yaşamak istiyoruz’ olacaktır. Çünkü insanoğlu kendi eli ile dünyayı yaşanmaz hale getirmiştir. Karbon gazı salımı, dünyanın ısınması ve kirlenmesi, doğal kaynakların tükenmesi, açlık ve yoksulluğun artması, elbette değişik problemleri beraberinde getirecektir. TÜİK verilerine göre, Türkiye’nin sera gazı salınımı her yıl artmaktadır. O yüzden, ‘yumurta kapıya gelmeden’ gereken önlemlerin devreye sokulması elzemdir.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz: BM’nin İklim Zirvesi olarak popüler kültüre yerleşen COP26 (Taraflar Konferansı) Glasgow’daki toplantısında iklim değişikliği ve etkileri çok yönlü olarak tartışılacaktır. Fakat ısrarla gündemde tutulan ‘sıfır karbon hedefi’, kelimenin tam anlamıyla bir hayaldir. Elbette yeni yol haritaları çizilecek ve acil olan önlemlerin alınması istenecektir. Bu noktada ‘daha çevreci ve daha sağlıklı bir dünya’ için devletler karbon vergisini, en kısa sürede hayata geçireceklerdir. Son tahlilde ABD, Rusya, Çin, Avrupa Birliği (AB) ülkeleri olmak üzere, dünya ticaretinde söz sahibi olan ülkeler dolaşımda olan ürünleri ‘karbon yoğunluğuna göre’ vergilendireceklerdir. Ayrıca çevre mutabakatına uymayan, İklim Zirvesi önerilerini dikkate almayanlar için yeni yaptırımlar ön plana çıkarılacaktır. Görünen o’dur ki, bütün kararlar ve yaptırımlar yeni problemleri beraberinde getirecektir.