İLÂHİ teklifleri tebliğ ve tebyin eden, Allah’ın (cc) murakabesi altında vazifesini yapan Hz. Peygamberin (sav) sünnetinin; vahiy ile olan münasebeti meselesi, sünnet’in teşrii değeri (hüküm) açısından önemlidir. Sahabe ve tabiûn döneminde bu mesele değişik sebeblerle gündeme gelmiş ve Hz. Peygamber’in (sav) Sünnetinin vahiy ile olan münasebeti üzerinde durulmuştur.(١) Dolayısıyla İslâm Dini’nin; Kur'ân-ı Kerim’den sonra, en önemli kaynağı olan Sünnetin vahiy ile olan münasebeti, tarih boyunca önemini koruyan bir meseledir. Allah’a (cc) ihlâsla iman eden, O’nun davetine uyan, Hz. Muhammed’in (sav) nübüvvetini tasdik eden ve O’nun davet sancağı altında toplanan ilk müslümanlar (Ashab-ı Kiram) Rasûl-i Ekrem’i kendilerine güzel bir misal (usvetûn hasanetûn), bütün işlerinde kaynak ve karşılaştıkları her meselede mürşid kabul edip, Allah’ın (cc) âyetlerini ondan öğrenmişlerdir. İmam-ı Serahsi’nin ifade ettiği gibi, sahabe-i Kiram’a göre “tevhidin aslı, kitaba ve sünnete ittiba etmek” ile sınırlı olan bir hadisedir.
Peygamberimiz Efendimiz (sav) bütün Müslümanlara, Kur'ân-ı Kerimi ve Sünnetini emânet olarak bırakmıştır. Muhaddis El Hakim’in “El Müstedrek” isimli eserinde kaydettiğine göre; Resûl-i Ekrem (say) Vedâ Haccı hutbesinde, bu hatırlatmayı yapmıştır: “Size iki şey bırakıyorum. Bunlar Allah’ın kitabı ve sünnetimdir. Bunlara ittiba ettiğiniz müddetçe, asla dalâlete düşmezsiniz.”(2) Sahih-i Müslim'de yer alan, bir diğer hadis-i şerifte Peygamberimiz Efendimiz (sav): «-Ey insanlar!.. Bilesiniz ki ben bir beşerim. Rabbimin elçisinin (Azrail’in) gelmesi mukadderdir. Davetine icabet etmemin zamanı yakındır. Ben size iki kıymetli şey bırakıyorum. Birincisi: Kitabûllah’tır. İçerisi nur ve hidayet doludur. Allahû Teâla (cc)’nın kitabındaki hükümleri alın ve ona sımsıkı sarılın. Ehl-i Beytim’in hukukuna riayet edin. Bu hususta size Allahû Teâla (cc)’yı hatırlatıyorum” buyurmuş ve mü’minleri ikaz etmiştir. Peygamber gönderilmesinin hikmeti dikkate alındığı zaman, tevhid mücadelesinin mahiyetini ve değişmeyen ilâhi kanunların (sünnetûllah) keyfiyetini tesbit etmemiz mümkündür.
Peygamber gönderilmesinin hikmeti, muhkem nassla haber verilmiştir: “Bu (Peygamber gönderilmesi) şunun içindir ki; memleketleri, ahalisi gaafil iken, zulümleri sebebi ile Rabbinin helak edici olmadığındandır.”(El En’am Sûresi: 131) İmam Nureddin Es Sabûni, peygamber gönderilmesinin hikmetini şöyle izah etmiştir: “Hikmet onu gerektirmiştir ki, Allah (cc) peygamber göndersin. Bu peygamber, Allah’ın kendilerine, dünyada neler yaratıp tevdi ettiğini ve ahirette neler hazırladığını haber versin; dirliklerini temin eden şeyleri emretsin, helâk olmalarına sebeb olacak şeyleri de yasaklasın.(3) İnsanların akıllarını kullanmalarına, şeytanın güzel gösterdiği şeylerden sakınmalarına ve hevâlarını ilâh edinmekten kaçınmalarına yardımcı olan peygamberlerin, mu’cizeler ile te’yid edildikleri de malumdur. Deizm ideolojisinin ve satanist kültürün yayıldığı, insanların şahsi kanaatlerini hakikat zannettiği günümüzde; her Müslümanın, Peygamberimiz Efendimiz’in (sav)” Benim ve raşid halifelerimin sünnetine sarılınız”(4) emrine ittiba etmesi gerekir. Asr-ı Saadet dönemindeki tatbikat ve Medine’de mukim olan ashabın icması, kuvvetli bir delildir. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) kavli, fiili ve takriri, tek kelimeyle sünneti bütün mü’minler için en güzel misaldir. Bilindiği gibi Allahû Teâla (cc) resûllerine ve nebilerine her istediğini vahiy yoluyla bildirmiş, onlar da ilahî vahyin gereğini tebliğ ederek, insanlığın rehberi olmuşlardır. Vahiy metafizik bir olay olduğu için hakikatini ancak Allah (cc) bilir. Târih boyunca vahyin hakikati, mâhiyeti, çeşitleri ve geliş şekilleri konusunda değişik eserlerin kaleme alındığı malûmdur.
Bazı İslâm âlimleri müsbit delilleri dikkate almış, genel anlamda vahy-i metlüv (Kur'ânda yazılı olan ve namazda okunan vahiy) ve vahy-i gayr-i metlüv (Kur'ân’da yer almayan ve namazda okunmayan vahiy) olmak üzere ikili tasnifi ön plâna çıkarmışlardır.(5) Vahy-i metlûv; lafız ve mânâ olarak inzal edilen, mu’ciz ve tahriften emin olan Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan âyetlerdir. Vahy-i gayr-i metlüv ise, Hz. Peygamber’in (sav) tebliğ ettiği Sünneti’dir. Usûl âlimlerinin; bu vahiy çeşidinin lafız olarak değil, mânâ olarak Hz. Peygamber’in kalbine ilkâ edildiğini ifade etmişlerdir. Dolayısıyla bu iki vahyin keyfiyeti aynı değildir. Kur’ân-ı Kerim’de yer alan vahyin inzalinde; hem lafız, hem ses ve hem de her ikisinin birleşmesinden doğan bir kıraat söz konusudur. “Kur’ân’-ı Kerim’in lafız ve mânâ olarak vahiy mahsûlü olduğu’ meselesinde, âlimler arasında ittifak vardır. Kur’ân-ı Kerim’de uyku halinde iken nazil olmuş bir âyet yoktur; hepsi uyanık halde iken gelmiştir.(6) “Şüphesiz ki bu Kur’ân, âlemlerin Rabbi tarafından inzal edilmiştir. Ey Muhammed! Uyaranlardan olman için apaçık Arap diliyle onu, Cebrail senin kalbine indirmiştir”(Eş Şuara Suresi:192-195) meâlindeki âyetten anlaşılacağı gibi; Kur’ân-ı Kerîm sadece Cebrail (as) vasıtasıyla indirilen kitaptır. Kur’ân-ı Kerim’in dışındaki vahyin çeşitleri, mertebeleri, şekilleri üzerinde konuşmak; rasûl ve nebiler müstesna, diğer insanlar için (gaybi keyfiyeti sebebiyle) kolay değildir. Kendilerine kitap indirilmeyen, buna mukabil isimleri Kur'ân-ı Kerim’de zikredilen peygamberlerin ‘vahye muhatap olmadıklarını’, iddia etmek mümkün değildir. Sünnet’in vahiy ile olan münasebetini ortaya koyan nasslardan bazıları, “Hz. Peygamber’in (sav) her davranışının ve sözünün vahye dayandığını” ifade etmektedir. Aynı mesele ile ilgili âyet ve hadislerden bazıları ise, “O’nun beşerî yönünü” ortaya koymaktadır. Önce sünnet’in vahiy mahsûlü olduğuna işaret eden delilleri, maddeler halinde izah edelim:
Birincisi: Allahü Teâlâ (cc) Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen şöyle buyurmaktadır: “O , kendiliğinden bir şey söylemez; söylediği ancak kendisine gönderilen bir vahiydir.”(En Necm Sûresi: 3-4) Başta zahiri ûlemasından İbn-i Hazm olmak üzere, İmam-ı Kurtubi ve İmam-ı Hattabi, ‘sünnetin vahye dayandığını’ ifade ederken, bu âyeti delil olarak kullanmışlardır.(7) Bazıları da Sünnet’in bu âyetin kapsamına girmediği, âyette kastedilenin sadece Kur’ân-ı Kerim olduğunu ileri sürmüşlerdir.(8) Ancak âyeti kerimede “kıraat’ (okuma) değil “nutuk” (söz) kelimesinin yer alması, peygamberin din hususunda söylediği sözlerin vahye dayandığının delilidir.
İkincisi: Allah’ü Teâlâ’nın (cc), Hz. Peygamber’e (sav) itaati, kendisine itaat olarak kabul etmesi, Peygamberimiz Efendimiz’e (sav) kesin olarak itaati emretmesi, O’nun getirdiklerine ittibâ etme ve nehyettiği şeylerden kaçınma emrini vermesi Sünnet’in Allah’tan gelmiş gayr-i metlüv bir vahiy mâhiyetinde olduğunu göstermektedir.
Üçüncüsü: Kur’ân-ı Kerîm’de, Rasûl-i Ekrem’e (sav) kitabın ve hikmetin indirildiği ifade edilmekte ve ‘hikmet’ terimi, defalarca tekrar edilmektedir.(٩) Bu kelimenin menşei, lügat mânâsı ve Kur'ân’da geçen şekilleri dikkate alan bazı alimler, hikmet kavramının sünneti ifade için kullanıldığını ifade etmişlerdir: “Allah Sana Kitabı ve hikmeti indirdi ve evvelce bilmediklerini sana öğretti. Allah’ın senin üzerindeki lütfü ve inayeti büyüktür.’(10) Bu âyette geçen kitaptan maksad Kur’ân-ı Kerîm, hikmetten maksat da Sünnet’tir. Bu görüşü savunan âlimler arasında Hasan Basrî, İmam-ı Katâde, İmam Yahya b. Ebî Kesîr, İmam-ı Şafiî, İmam-ı Begavî, İmam-ı Kurtûbî ve İmam-ı Kastallânî’yi zikredebiliriz. Hikmetin Sünnet olarak yorumlanması onun vahiyle olan münasebetini göstermektedir.
Dördüncüsü: Sahabeden Hz.Abdullah b. Amr (ra) konu ile alâkalı şu hadiseyi nakl etmiştir: Peygamberimiz Efendimiz’den (sav) duyduğum her şeyi unutmayayım diye yazıyordum. Kureyş’in ileri gelenlerinden birisi bana: “Sen her duyduğunu yazıyor musun? Halbuki Rasûlullah, hoşnutluk halinde de, hiddetli iken de konuşan bir beşerdir” diyerek beni ikaz etti. Ben de yazmaktan vazgeçtim ve durumu Allah Rasûlüne (sav) ilettim. Kendileri: “Yaz, hayatım elinde olana yemin ederim ki (Parmağı ile ağzını göstererek) buradan hakikatten başka söz kesinlikle çıkmaz” buyurdular.(11) Fakih İmam-ı Evzâî (rha) hocaları arasın da yer alan İmam Hassan b. Atiyye’den (rha) şu haberi rivayet etmiştir: “Hz. Peygamber’e vahiy inerdi. Cebrail aynı zamanda O’na inen vahyi tefsir eden Sünneti de getirirdi.”
Beşincisi: Bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Şunu kati olarak biliniz ki, bana Kur'ân-ı Kerîm ve onun bir misli daha verilmiştir. Yakında bazı kimseler çıkacak karnı tok bir halde, rahat koltuğunda oturarak: Şu Kur’ân’a sarılınız, onda helâl olarak ne görürseniz onu helâl kabul ediniz, neyi de haram görürseniz onu haram biliniz diyeceklerdir.”(12) Muhaddis İmam Hattabî “Bana Kur’ân ve onun bir misli daha verilmiştir.” hadisini şerhederken iki türlü te’vîlin mümkün olduğunu ifade etmiştir: Hz. Peygamber (sav) metlûv olan zahirî vahye muhatap olduğu gibi, kendisine gayr-i metlûv olan bir vahye de muhataptır. Bu Allah’ın (cc) O’na bir lutfûdur. İkinci te’vîl ise şöyledir: Metlûv vahiy olarak gönderilen Kur'ân yanında Hz. Peygamber’e Kur'ân’da olanları açıklama (tebliğ ve teybin etme) yetkisi de verilmiştir.’(13) İmam-ı Şafiî (rha) “Peygamberimizin din hususunda verdiği her hüküm, Kur’ân’da yer alan ahkamın tefsiri hükmündedir” diyerek, vahiy ile sünnet arasındaki münasebete dikkati çekmektedir.(14)
Usûl ûlemasından İmam-ı Cüveynî ise Allah’ın (cc) münzel kelâmını ikili tasnife tabi tutmuştur. Birincisi: Vahiy meleği Cebrail (as) Allah’ın kelamını dinlerken, hıfz eder, sonra Hz. Peygambere (sav) gelir, Allah’ın (cc) muradını aynen O’na bildirir. Ancak Cebrail’in ifadeleri, keyfiyet olarak aynı, ibare olarak farklı olabilir. Bu vahy-i gayr-i metlûvdur. İkincisi: Allah’ü Teâlâ (cc) Cebrail’e ‘bu kitabı Peygamber’e oku’ diye emreder. Cebrail de herhangi bir değişiklik yapmadan Allah kelâmını olduğu gibi bildirir.” İmam-ı Suyûtî (rha) ‘ümmete kolaylık olması için vahyin iki kısımda nazil olduğunu ve Cebrail’in Kur’ân-ı Kerim’i indirdiği gibi Sünnet’i de indirdiğini’ ifâde etmektedir. Görüldüğü gibi Sünnet’in ‘gayr-i metlûv vahye dayandığını’ ifade ve beyan eden alimlerin sayısı oldukça fazladır.
Muhaddisler arasında ‘Cibrîl Hadisi’ olarak bilinen meşhur hadis-i şerif’te; vahiy meleği insan suretinde gelerek ‘İslâm’ın şartlarını, imanın şartlarını, ihsanın mâhiyeti ve kıyamet alâmetlerini’ sormuş, bu meseleler hakkında insanların bilgi sahibi olmalarına vesile olmuştur.(15) Başka bir misal verecek olursak Hz. Peygamber, hanımlarından birine saklı kalması için bir sır vermiş, ancak hanımı bu sırrı saklayamamış ve Hz. Peygamber’in başka bir hanımına söylemiştir. Hz. Peygamber’e bu durum Allah tarafından haber verilmiştir. Hz. Peygamber’e eşi, ‘bunu sen nereden duydun, ben bunun onun ile aramızda sır olarak kalmasını şart koşmuştum’ demesi üzerine şu âyet-i kerîme nazil olmuştur: “Peygamber, eşlerinden birine bir sır vermişti. Hanımı o sırrı diğerlerine söyleyince Allah, bu durumu peygamberine bildirmiş, O da bir kısmını açıklamış, bir kısmını açıklamamıştı. Peygamber, bu durumu eşine haber verince eşi, ‘bunu sana kim haber verdi?’ diye sormuştu. Peygamber cevaben bunu bana herşeyi bilen ve herşeyden haberdar olan Allah bildirdi demişti.’(16) Bu olay da gösteriyor ki, Hz. Peygamber’e Kur’ân dışında da vahiy gelmiştir. Aynı şekilde bazı hadislerde Hz. Peygamberin (sav) “Bana Rabbim emretti”, “Cibril geldi”, ‘Rızkı tamamlanıncaya kadar hiç kimsenin ölmeyeceği bana vahyedildi’ gibi ifâdelerinde vahiyden söz etmesi, O’na Kur’ân dışında da vahyin geldiğini gösteren delillerdir.’(17)
Bütün İslâm alimleri; Cebrail’in (as) Hz. Peygamber’e (sav) Kur’ân vahyi dışında da gelerek ibâdetlerin nasıl yapılacağı konusunda ona bilgiler vermiştir. Abdestin alınması, namazın kılınması, namaz vakitleri, Hacc’da nasıl telbiyede bulunacağı gibi konuları Hz. Peygamber’e (sav) tebliğ etmiştir. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) Kur’ân-ı Kerim’de hakkında nass bulunmayan bazı konularda; farz, haram ve sünnet-i Hüda gibi, bütün mü’minleri bağlayıcı hükümleri tebliğ ettiği malûmdur. Sadaka-ı Fıtır ve gece namazı (vitr namazı) gibi ibadetlerin de sünnet ile bilindiği malûmdur. Sünnet’in vahye dayanmadığını iddia eden kimseler; bütün bu hükümleri Hz. Peygamber’in (sav) Allahü Teâla’ya (cc) rağmen ve vahyi ciddiye almadan, kendi arzusu ile koyduğunu söylemesi gerekir ki, bu da Rasûl-i Ekrem (sav) için düşünülmesi dahi mümkün olmayan bir durumun ifadesidir. Daima ilahi murakabe altında olan ve ismet (masumiyet) sıfatını taşıyan Peygamberlerin, hevâlarına göre hüküm koymaları mümkün değildir. Yukarıda ifade ettiğimiz deliller ve görüşler, Hz. Peygamber’in Kur’ân dışında da vahiy aldığını ve Sünnet’in vahiy mahsûlü olduğunu göstermektedir.
Sünnet’in vahiy kaynaklı olduğu konusunda âlimler arasında herhangi bir problemin varlığını söylemek doğru değildir. Bütün muteber kaynaklarda ‘Hz. Peygamberin beşerî yönünü, unutabileceğini ve yanılabileceğini’ ifade eden delillere yer verilmiştir. Meselenin daha iyi kavranabilmesi için, muteber sünnet mecmualarında yer alan haberlerden bazılarını nakledelim: Peygamberimiz Efendimiz (sav) kendisine getirilen ihtilaflı bir meseleyi (davayı) hükme bağlamadan önce, şöyle buyurmuşlardır: “Hakkında vahiy gelmeyen dava konularında ben re’y ve içtihadımla hükmederim.’(18) Ayrıca “Ben ancak bir beşerim. Sizler de muhakeme olmak için yanıma geliyorsunuz. Olabilir ki, sizden biriniz diğerine nazaran delillerini daha güzel anlatır, ben de duyduğuma göre hüküm veririm. Her kime kardeşinin aleyhinde bir şey verirsem onu almasın.(19)
Hz. Peygamber (sav) Medine’ye geldiğinde ziraatçilerin yabanî hurmaları, iyi cins hurmalarla aşıladığını görmüş ve ne yaptıklarını sormuştu. Öteden beri bunu yapıyorduk dediler. Hz. Peygamber de: “Umarım ki siz bunu yapmasanız daha iyi olur” buyurdu. Onlar da tozlaştırma yapmaktan vazgeçtiler. Bu yüzden hurmalar olgunlaşmadan döküldü ve verim alamadılar. Durumu Allah Resulü’ne (sav) ilettiler. Bu hadise üzerine şöyle buyurdu: “Ben ancak bir beşerim, size, dinimize âit bir şey emredersem bunu uygulayın, size şahsî görüşüme dayanarak bir şey söyersem ben ancak bir beşerim.” Bir başka râvayette “Siz, dünya işini daha iyi bilirsiniz” buyurdular.(20)
Sahabe de Hz. Peygamber’in bütün davranışlarının vahiy olmadığını bildiği için bazen herhangi bir iş konusunda Peygamberimize davranışının vahiyle alâkalı olup-olmadığını sormuştur. Sünnet’in vahiy ile olan münasebeti konusunda orta bir yolun takip edilmesi, hem isabetlidir, hem de ifrat ve tefrit hastalığından korunmak için zaruridir. Zira Hz. Peygamber’in, Kur’ân dışında vahiy aldığı ve sürekli ‘ilâhi murakabe’ altında bulunduğu muhkem nasslarla sabittir. Hesap gününe hazırlanan müslümanların; Allahû Teâlâ’nın (cc) “Rasûl size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının” ( El Haşr Sûresi:7) ve “ Rasûlün emrine muhalefet edenler, kendilerine bir belanın isabet etmesinden veya elim bir azabın uğramasından sakınsınlar” (En Nûr Sûresi:63) âyetlerinde yer alan hakikatleri iyi tefekkür etmeleri ve hayatlarını, ‘Peygambere (sav) itaat ve ittiba etmenin farz, O’na muhalefet etmenin haram olduğunu” dikkate alarak tanzim etmeleri zaruridir.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Resûl-i Ekrem (sav)’in bıraktığı iki emanete riayet edenler, saadete ererler. Her müslümanın amellerinde ve sözlerinde, müsbit delilleri esas alması şarttır. Şer’i delilleri kabul etmeyen ve hayatlarını buna göre düzenlemeyen kimseler, hüsran içerisindedirler.
______________________
(1) Geniş Bilgi için / İbn Hişâm- es-Sîretü’n- Nebeviyye- Beyrut: 1981- C: 2 Sh: 272
(2) Nureddin Es Sabuni- Maturidiyye Akaidi - Ank: 1978, Sh: 110
(3) Doç. İbrahim Canan- Kütüb-i sitte muhtasarı, tercüme ve Şerhi- Ank: 1988 C: 2 Sh:328
(4) Sünen-i Darimi, İst. 1401 -Mukaddeme:16.
(5) Vahiy hakkında daha geniş bilgi için bk. İmam-ı Suyûtî- El İtkân, Sh: 43-44; Ebû Zehv-A.g.e. Sh:12-13; El Kattani- El Mebâhis fi Ulûmil-Kur’ân Sh: 30-31.
(6) İmam Hattâbî- Meâlimü’s-Sünen- Beyrut: ty C:4 Sh:298;Ayrıca İbn Hazm- El İhkâm-C:1 Sh:108; İmam-ı Serahsî- Temhidû’l Füsûl - C:2 Sh: 97
(7) İmam-ı Suyûtî- A.g.e. C: I Sh:106; Ayrıca Ebû Zehv-Ag.e. Sh: 14.
(8) Bk. İbn Hazm, İhkâm, 1,108; Serahsî, Ushûl, II, 97.
(9) Bk. İmam-ı Şafiî- Er Risale- Sh: 22.
(10) Bu âyetler için bk./ El Bakara Sûresi: 129, 151, 231, 151, 269; Âl-i İmrân Sûresi:48, 81, 164; En Nisa Sûresi: 54, 113; El Mâide Sûresi: 110; En Nahl Sûresi: 125; El İsrâ Sûresi: 39; Lokman Sûresi: 12; El Ahzâb Sûresi: 34; Es Sâd Sûresi: 20; Ez Zuhruf Sûresi: 63, El Kamer Sûresi: 5; El Cum’a Sûresi: 2.
(11) Sünen-i Ebû Dâvûd-İst: 1401 K. İlim- B. 3.
(12) İbn Abdilberr- Câmiû Beyâni’l-İlm ve Fadlih C: 2 Sh: 234; Benzeri ifade için bakınız/. Sünen-i Dârimî-İst: 1401 - Mukaddime: 49.
(13) Sünen-i Ebû Dâvûd- İst: 1401 K. Sünne,B. 6; Ayrıca İmam Ahmet b. Hanbel- El Müsned- İst: 1401 C: 4 Sh: 131 Hadisin değişik lafızlarla rivayeti için bk. Sünen-i Ebû Dâvud- İst: 1401 K. İmâre, B. 33; Sünen-i Tirmizî- İst: 1401 K. İlim, B: 10; Sünen-i İbn Mâce- İst: 1401 K. Mukaddime. B. 2; Sünen-i Dârimî- İst: K. Mukaddime. B.49.
(14) İmam-ı Hattâbî- Meâlimü’s-Sünen- C: 4 Sh: 298
(15) İmam-ı Suyûtî- El İtkan- C: 1 Sh: 104-105.
(16) Sahih-i Buhârî- İst: 1401 K. İmân, B. 37; Sahih-i Müslim- İst: 1401 K. İmân, H. No: 1; Sünen-i Ebû Dâvud- İst: 1401 K. Sünnet, B. 18; Sünen-i Tirmizî- İst: 1401 K. İmân, B. 4;Sünen-i İbn Mâce- İst: 1401 K.Mukaddime. B. 9.
(17) Et Tahrim Sûresi: 3; Bu hadisenin keyfiyeti için bakınız/ Muhammed Hamdi Yazır-Hak Dini Kur'ân Dili- İst: 1993 C: 7 Sh: 419-422
(18) Geniş bilgi için-bkn/ İbn Hıbbân, el-İhsânfî Takribi Sahîh-i İbn Hıbbân, C: 1 Sh: 189. İbn Hazm, ihkâm, C: 1 Sh:108-109.
(19) Sünen-i Ebû Dâvud- İst: 1401 K. Akdiye, B. 7
(20) Sahih-i Müslim- İst: 1401 K. Mesâcid, H. No: 89; Sünen-i Nesâî- İst: 1401 K. Sehv, B: 25; Sünen-i İbn Mâce- İst: 1401 K. İkâmetu’s-Salât, B. 133