Kalbin Niyeti ile İbâdetlerin Münasebeti
Mukaddes emaneti yüklenen her mükellefin; İlâhi tekliflerin keyfiyetini öğrenmesi, aklını kullanması ve şeytanın güzel gösterdiği şeylerden sakınması şarttır. Muhkem nasslarla sabit olan hakikat şudur: Hesap gününde her mükellef, işlediği “zerre miktarı iyiliğin de, zerre miktarı kötülüğün de” karşılığını görecektir. Kalbin niyetiyle ilgili olan ihlâs ve ihsan; hem bütün ibâdetlerin, hem de salih amellerin değişmeyen şartıdır. İslâm uleması, “Allah’ın (cc) indirdiği hükümlere kalben teslim olmayı ve sadece O’nun rızası için ibâdet etmeyi ihlâs, ilâhi murakabe altında olduğunu hatırında tutmayı da ihsan” kavramı ile izah etmişlerdir. Salih amel ile kalbin niyeti arasındaki münasebeti beyan eden ve rivayet açısından meşhur olan hadis-i şerif, mealen şöyledir: “Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için ancak niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah ve Rasûlüne ise, onun hicreti Allah ve Rasûlünedir. Kimin hicreti de bir dünya (menfaati) veya bir kadınla evlenmek için ise, onun hicreti de, hicret ettiği şeyedir.”
Selim BAKIRCI
15.10.2021 12:33
1.590 okunma
MUKADDES emaneti yüklenen her mükellefin; İlâhi tekliflerin keyfiyetini öğrenmesi, aklını kullanması ve şeytanın güzel gösterdiği şeylerden sakınması şarttır. Muhkem nasslarla sabit olan hakikat şudur: Hesap gününde her mükellef, işlediği “zerre miktarı iyiliğin de, zerre miktarı kötülüğün de” karşılığını görecektir. Bütün ibâdetlerin ve salih amellerin kılavuzu ilimdir!.. İmâm-ı Serahsi, ilmin önemini ifade ederken şu tesbitte bulunmuştur: “Şüphesiz ki Allah’a (cc) imandan sonra, en kuvvetli farzlardan birisi de ilim öğrenmektir. Nitekim bir hadis-i şerif’te Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “İlim öğrenmek her müslüman erkek ve kadın üzerine farzdır.” Ayrıca şu hadis-i şerif’te belirtildiği üzere ilim peygamberlerin bıraktığı bir mirastır:”Peygamberler miras olarak ne altın, ne gümüş bırakmışlardır. Onların bıraktıkları sadece ilimdir. Kim o ilmi alırsa, şüphesiz çok büyük bir nasip almış olur. ”(1)
Kur'ân-ı Kerim’de duyma (haber-i sadık), basar (görme, müşahade etme) ve fuâd (akl-ı selimle istidlâl) gibi unsurların, bilginin kaynağı olduğu haber verilmiştir: “Bilmediğin (hakkında ilim sahibi olmadığın) şeyin ardına düşme!. Hakikat duyman, müşahade etmen ve muhakemen ondan sorumludur.” (El İsrâ Sûresi: 36) Dolayısıyla insanoğlu ilmi; haber-i sadık, duyu organlarının faaliyetleri ve akıl yürütme yoluyla elde edebilir.(2) Vahiy yoluyla indirilen ve peygamberler tarafından tebliğ edilen hükümler, mutlak hakikatin ifadesidir. İnsanın yaratılış hikmetinin Allah’a (cc) ihlâsla ibâdet olduğu, muhkem nasslarla haber verilmiştir. Bütün muteber kaynaklarda; ‘Hevâsına muhalefet eden ve ilâhi tekliflere teslim olan mükellefin, şeriata uygun olan amellerine ibâdet denilir’ tarifine yer verilmiştir. Bilindiği gibi Kelime-i Şehâdet getirirken; “Bütün ilâhları (tağûtları) reddettiğimizi, yalnız Allah’a iman ettiğimizi, Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) önce ‘Allah’ın kulu’, sonra ‘O’nun Rasûlü’ olduğunu, kalben tasdik edip, dilimizle ikrar ediyoruz”. İslâm’ın bütün emirlerini kelime-i şehâdette yer alan bu keyfiyeti esas alarak açıklamak mümkündür. Kelime-i Şehâdet getiren bir kimse; tağuti iktidarlar tarafından konulan hükümlere, yani küfür ahkâmına razı oluyorsa, dili ile kalbi arasında bir tenakuzu yaşıyor demektir. Yani o kimse; Allahü Teâlâ (cc) ile birlikte, küfür ahkâmını icra eden tağûti güçlere de inanıyor demektir. Tağûta iman eden ve onun yönetimini meşru sayan bir kimse; velev ki alnını secdeden kaldırmasa bile, ibâdet etmiş sayılmaz. Çünkü her ibâdette aranan ilk şart; sahih bir imandır. İslâm uleması, “İbâdette aranan ilk şart; İslâm’dır. Zira kâfir ibâdete ehil değildir” hükmünde ittifak etmiştir. Şimdi insanın yaratılış sebebi üzerinde duralım ve ‘Abd” (kul) kavramının mahiyetini izaha gayret edelim. Arapça olan ‘abd’ kelimesi lügatta: “İtaat etmek, boyun eğmek, tevazû göstermek, daha açık bir ifade ile kişinin isyan etmeden ve yüz çevirmeden itaati” manasına gelir. Abd kelimesinin mastarı olan ubudiyet (kulluk etmek) insanın sıfatıdır.(3)
Kalbin niyetiyle ilgili olan ihlâs ve ihsan; hem bütün ibâdetlerin, hem de salih amellerin değişmeyen şartıdır. İslâm uleması, “Allah’ın (cc) indirdiği hükümlere kalben teslim olmayı ve sadece O’nun rızası için ibâdet etmeyi ihlâs, ilâhi murakabe altında olduğunu hatırında tutmayı da ihsan” kavramı ile izah etmişlerdir. Bazı alimler, “İbâdet ederken veya herhangi bir ameli edâ ederken ilâhi murakabeyi kalb gözüyle müşahede etmeye ihsan denilir” tarifini esas almışlardır. Bu tarif, muhaddisler arasında “Cibril Hadisi” olarak isimlendirilen hadis-i şerifteki keyfiyete uygundur. Cebrail’in (as) “İhsan nedir ?” sualine, Peygamberimiz Efendimiz (sav) “İhsan; Allahû Teâlâ (cc)’yı görüyormuşsun gibi, O’na ibâdet etmendir. Zira sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor”(4) cevabını vermiştir.
Muhkem nasslarla emredilen ibâdetlerin ve salih amellerin edasında, niyetin müstesnâ bir yeri vardır. Hakkı batıldan, doğruyu eğriden ve iyiyi kötüden ayırmanın vasıtası, mükellefin kalbidir. Kalbin bir şeyi bilmesi, karar vermesi ve bir işin niçin yapıldığını idrak etmesi anlamına gelen niyet, amellerin değerini belirleyen zaruri bir unsurdur. İmam Fahrûdîn-i Râzî; ‘İnsanın sorumluluğu kalbinde taşıdığı niyetlerle, yani kalbinin amelleriyle ilgilidir. İman ve küfür, kalbe mahsus olan ameller cümlesindendir. Mükellef kalbinde taşıdığı küfürden dolayı en büyük cezaya çarptırılır. (..) Ameller niyetlere göre değer kazanır. Yapılan ibâdetler ve ameller, sahih bir niyete ve kalbte zuhur eden güzel duygulara bağlı değilse, onlara mükâfat verilmez”(5) diyerek, niyetin önemini ifade etmiştir. Amel ile niyet arasındaki münasebeti beyan eden ve rivayet açısından meşhur olan hadis-i şerifi dikkate alan fukaha, yüzlerce meselenin hükmünü izah etmiştir. Önce bu hadis-i şerifi hatırlayalım. Hz. Ömer (ra) Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için ancak niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah ve Rasûlüne ise, onun hicreti Allah ve Rasûlünedir. Kimin hicreti de bir dünya (menfaati) veya bir kadınla evlenmek için ise, onun hicreti de, hicret ettiği şeyedir.”(6) Hz. Zeyd b. Sabit (ra) niyetin önemini izah ederken, şöyle demiştir: “Mü'minlerden savaşa katılmayıp oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenler bir değildir” (En Nisa Sûresi: 95) Ayeti inince, Peygamberimiz Efendimiz (sav) bunu yazmamı istedi. Bu esnada a’ma olan Hz. Abdullah İbn Ümmi Mektûm (ra) üzüntüsünü ifade etti ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü cihada gücüm yetseydi, ben de gider düşmanla savaşırdım.” Bunun üzerine Allah (cc) aynı ayetin devamında; “Özür sebebiyle savaşa katılmayanları müstesna tutan” hükmü beyan etti.(7)
Kalbin ameli bazı ibâdetlerde farz, bazılarında ise vacip, müstehab veya sünnettir. Hanefi fukahasına ve bir rivayette İmam Mâlik’e göre abdest ve gusülde niyet farz değil sünnettir. Bunun delili, abdest alınmasını beyan eden Ayet-i Kerime’de; “Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinizle birlikte ellerinizi yıkayın. Başınıza meshedin. Her iki topuğunuzla birlikte ayaklarınızı da (yıkayın) (El Maide Sûresi: 6) hükmü beyan edilmiş, abdestin dört farzı belirlenmiştir. Muhkem nassda niyetten söz edilmediği sabittir. Sahih hadislerde de niyet üzerinde durulmamıştır. Mutlak müctehidlerden İmam Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel’ e (rh.a) göre abdest alırken niyet etmek farzdır. Ortaya koydukları delil; meşhur olan “Ameller niyetlere göredir” hadisi ile namaz ve teyemmümde niyetin farz olduğunu beyan eden nasslardan kıyastır.(8)
Dinin direği olan namaz ibâdetinde niyetin farz olduğu malûmdur. Mükellefin Allahü Teâla’nın (cc) rızası için namaz kılmaya karar vermesi ve hangi namazın kılınacağını ifade etmesi zaruridir. İbâdetin âdetten ayrılması ve ihlâsın gerçekleşmesi için niyet ameli farz kılınmıştır. İbâdetlerin niyetle gerçekleşeceği muhkem âyetle sabittir: “Oysa onlar, yalnız dini kendisine tahsis ederek... Allah’a ibâdet etmekle emrolundular.” (El Beyyine Sûresi: 5) Niyet kalbe ait olmakla birlikte, bunun dille söylenmesi (kalbe yardımcı olmak için) caizdir. Bazı fakihler, bunun mendup veya müstehap olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü niyet amelinin edasında dil, kalbe yardımcı olabilir. “Niyet ettim bu günkü öğle namazının farzını kılmaya” demek gibi. Farz namazın veya vitir, tilâvet secdesi, adak ve bayram namazları gibi vacib bir namazın niyetinde bu namaz cinsinin belirtilmesi gerekir. Nitekim kaza namazlarında da hem vaktin hem de “ilk veya son kazaya kalan” şeklinde günün belirlenmesi gerekir. Meselâ; “Bugünkü Cuma namazının farzına veya kurban bayramı namazına niyet ettim” demek gibi. Nafile namazlarda; “Niyet ettim şu vaktin ilk veya son sünnetini kılmaya” diye niyet edilir. Bununla birlikte nafilelerde mutlak niyet de yeterlidir. Müekked veya gayri müekked sünnet olduğunu veya rekat sayısını tayin etmek gerekmez”. Yalnız teravih namazı için, “Teravih namazını veya vaktin sünnetini kılmaya niyet ettim” denilmesi ihtiyata daha uygundur. Diğer yandan namazlarda niyet ile tekbir arasına, namaza aykırı bir fasıla girmeksizin, niyetin namaza bitişik olması gerekir. Bu fasıla namazda yapılması uygun olmayan yeme, içme, konuşma gibi işlerdir. Fakat arada abdest almak, ön safa namaz için yürümek gibi namaza ait bir fasıla olursa bunun zararı bulunmaz.(9)
Oruç ibâdetinin (ister farz, ister kaza, ister nafile olsun) bütün çeşitlerinde niyet etmek farzdır. İbâdeti âdetten ayırmak için; tıpkı namazda olduğu gibi, oruçta da niyet ibâdetin bir rüknüdür. Eğer mükellefin zimmetinde borç olan (Nezr/Adak) bir oruç ise, buna geceden niyet edilmesi ve belirlenmesi zaruridir. Ramazan orucunun kazası, bozulan nafile orucun kazası ve keffâret oruçları gibi. Bu çeşit oruçlara niyetin en geç ikinci fecrin (imsak) başlangıcında yapılması şarttır. Çünkü bu oruçlar için İslâm’ın belirlediği bir gün yoktur. Bu yüzden bunu oruç yükümlüsünün niyetiyle belirlemesi gerekir. Diğer yandan akşamdan böyle bir oruca karar verilmiş veya bunun için sahura kalkılmış olması da niyet yerine geçer. Bazı oruçlara ise geceden niyetlenmek şart değildir. Ramazan orucu, zamanı belli adak orucu, bütün nafile oruçlar bu niteliktedir. Bu gibi oruçlara akşam güneşin batışından, ertesi gün, gündüzün yarısından öncesine kadar niyet edilebilir. Fakat güneşin batmasından önce veya tam istiva zamanında, yahut öğleden sonra akşama kadar hiçbir oruca niyet edilemez. Bu konuda mukîm ile yolcu veya hasta ile sağlam kimse arasında bir fark yoktur.(10) Mâlikî fukahasına göre her çeşit oruca güneşin batması ile fecrin doğuşu arasında niyet edilmesi şarttır. Şâfiîlere göre ise yalnız nafile oruçlara zevalden önceye kadar niyet edilebilir. Diğer oruçlara ise geceden niyet etmek şarttır.(11)
Niyet amelinin hac ibâdetine etkisi, haccın çeşidinde de “belirleyici” bir unsurdur. Îfrad, Temettü’ veya Kıran haccı yapacak mükellefin, mikatta ihrama girerken buna uygun olarak niyet etmesi şarttır. İhrama girerken mücerred hac için niyet edilmişse, umre yapılmaksızın yalnız hac ibâdetini ifa etmekle yetinmek gerekir. İhramda kalış Akabe cemresini yapıncaya kadar devam eder. Akabe cemresinden sonra isterse nafile olarak kurban keser, sonra traş olur ve ihramdan çıkar. Temettü haccı ise; hac aylarında, önce umre niyetiyle ihrama girip umreden sonra ihramdan çıkılması, sonra yeniden hac için ihrama girilmesi suretiyle yapılan hac çeşididir. Aynı hac mevsimi içinde umre yaptıktan sonra ihramdan çıkmadan yapılan hacca da “Kıran haccı” denilir. Temettü ve Kıran haccı yapanlara şükür kurbanı kesmek vacib olur.(12) Kurban ibâdetinde de niyetin önemli bir yeri vardır. Çünkü bayram günü sırf fakirlere dağıtmak amacıyla bazı hayvanlar kesilip dağıtılsa, kurban niyeti olmadıkça sahih olmaz. Sadece sadaka/infak ecri alınabilir. Besmelenin kasten terkedilerek hayvanın kesilmesi halinde, etini yemek veya fakirlere yedirmek haramdır. Kurbanda, Yüce Allah’a (cc) ulaşan et veya deriler değil; niyet, ihlâs ve takvadır. Bu hakikat muhkem nassla sabittir: “Onların ne etleri, ne kanları hiçbir zaman Allah’a ulaşmaz. Fakat sizden O’na yalnız takva ulaşır.” (El Hacc Sûresi: 37). Kurbanda niyetin şart olması, onu âdet gereği hayvan kesmekten ayırmak içindir. Bu konuda delil yine “Ameller niyetlere göredir” hadisidir. İtikâf yapacak olan mükellefin, bu ibâdete niyet etmesi şarttır. Niyetsiz yapılan itikaf sahih değildir. Nezredilen (adanan) bir itikâfta, ayrıca bunun dille ifade edilmesi gerekir.(13) Diğer ibâdetlerde olduğu gibi, zekât ibâdetinde de niyet şarttır. “Ameller niyetlere göredir” hadisi burada da delildir. Nafile hükmünde olan mali ibâdetler ile farz olan zekâtı birbirinden ayıran, unsur niyettir. Zekatı yoksula verirken veya bu amaçla ayırırken zekât olduğuna kalben niyet edilmesi yeterlidir. Amil’e teslim ederken niyetin ifade edilmesi gerekir. Amilin zekâta müstehak olan kimselerden birisine verirken dille söylemesi şart değildir.
Zengin olan kimse, zekâtını miskine/fakire niyetsiz olarak verse, sonradan zekâta niyetlense, eğer bu mal henüz muhatabın elinde mevcutsa niyet geçerli olur. Zekâtta vekilin değil, mal sahibinin niyeti geçerlidir. Mal sahibinin, malını yoksula verirken, “Bunu niçin veriyorsun?” gibi bir soruya, düşünmeksizin “zekât olarak veriyorum” diyebilecek bir halde bulunması niyet yerine geçer. Zekâta niyet etmeksizin malının tamamını tasadduk eden kimseden (zenginlik vasfını kaybedeceği için) zekât borcu düşer.(14)
Niyet, cenaze namazının şartıdır. Bu niyette ölünün erkek veya kadın, küçük erkek veya kız çocuğu olduğu belirtilir. İmam olan kimse, Allah Teâlâ’nın rızası için hazır olan cenaze namazını kılmaya ve mevta için dua etmeye niyet ederek namaza başlar. Ayrıca imamlığa niyet etmesi gerekmez. Cemaatten her biri de Allah rızası için o cenaze namazını kılmaya ve mevta için duaya ve imama uymaya niyet eder. Ölü erkek ise: “Şu hazır erkek cenaze için” kadın ise “Şu hazır kadın cenaze için” diye niyet edilir. Çocuklar için de bu şekilde niyet edilir. Cemaatten biri sağırlığı veya sonradan yetişmesi gibi başka bir sebepten ötürü cenazenin erkek mi kadın mı olduğunu anlayamasa; “Üzerine imamın namaz kılacağı ölüye, imam ile birlikte namaz kılmaya ve dua etmeye” diye niyet eder.(15)
Mükellef olan bir kimsenin; herhangi bir ameli edâ etmeden önce, bu amelin hükmünü öğrenmesi farzdır. Çünkü o fiili yaparken, niyet etmek durumundadır. Niyet için; o fiilin “farz mı, vacip mi, sünnet mi” olduğunu bilmesi zaruridir. Bunun iki yolu vardır. Birincisi: Bizzat sağlam ve güvenilir kaynaklara müracaat ederek öğrenmek!.. Yani kât’i ilim sahibi olmak. İkincisi: Tağût’u reddeden ve İslâmi hususlarda titizlik gösteren muttaki ulemaya müracaat ederek, yapacağı fiilin şer’i durumunu öğrenmek!.. Tabiî; hem bizzat araştırmak, hem sorup öğrenmek, mümkündür. Fakat her hâlükârda; bir fiili (ameli) icra etmeden önce, fıkhî hükmünü öğrenip, kât’i bir niyete sahip olmak gerekir. Günümüzde bu hassasiyet kaybolduğu için, ibâdet ile adet iç-içe girmiş, ihlâsla Allah’a (cc) ibâdet keyfiyeti zaafa uğramıştır. İlâhi teklifleri ihlâsla edâ eden ve ‘zerre miktarı iyiliğin de, zerre miktarı kötülüğün de hesabının sorulacağı güne’ hazırlanan Müslümanların, iyilik ve takva hususunda birbirleriyle yardımlaşmaları farzdır.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) “Kıyamet gününde dört şeyden sual edilinceye kadar kulun ayakları kaymaz. (Bu dört şey şunlardır) İlmiyle ne gibi ameller yaptığından, ömrünü nerede ve nasıl tükettiğinden, malını nereden kazanıp, nereye sarf ettiğinden, vücudunu ve sıhhatini nasıl değerlendirdiğinden”(16) buyurduğu malûmdur. Dolayısıyla her mükellefin bu hadis-i şerif’te beyan edilen dört unsurun keyfiyetini iyi tefekkür etmesi ve hesap gününe hazırlanması şarttır.Yüklendikleri mukaddes emanetin kadr-ü kıymetini bilen Müslümanların; şikâyeti ve sızlanmayı bir tarafa bırakmaları, bütün imkânlarını İslam’a hizmet için seferber etmeleri şarttır. Muhakkak ki amellerimizin bidayeti ve nihayeti; verdiği nimetleri saymakta bile acze düştüğümüz Allah’a (cc) ibâdet etmekle sınırlıdır.
______________
(1) İmâm-ı Serahsi- El Mebsut- Beyrut: ty C: 1 Sh: 2.
(2) İmam Ebû Muin En Nesefi- Bahrû’l Kelâm- Sh: 15 vd.
(3) Geniş bilgi için /İslâmi Bilgiler Ansiklopedisi İst: 1981 C: 1 Sh: 10 (Abd maddesi)
(4) Sahih-i Müslim- lst: 1401 K. lman: 57, Sünen-i Ebû Davud- K. Sünne: 16,
(5) İmam Fahrüddin-i Razi- Mefâtîhu’l Gayb -İst: 1308 C: 2 Sh: 560
(6) Sahih-i Buhârî-İst: 1401 K. Bed’ül-Vahy, 1, İman, 41, Nikâh, 5, Talâk,ll, Menâkıbul-Ensar, 45, Itk, 6, Eymân, 23; Ayrıca Sahih-i Müslim-İst: 1401 K. İmâre, 155; Sünen-i Tirmizî-Ist: 1401 K. Fazâilül Cihâd, 16.
(7) Sahih-i Buhârî- İst: 1401 K. Cihad, 31, Tefsîru Sure, 4/18, Ayrıca Sünen-i Tirmizî- K. Tefsîru Sure, 4/19; İmam Ahmed b. Hanbel- El Müsned- İst: 1401 C: 5 Sh: 184
(8) İmâm-ı Kâsânî- El Bedaiû’s Senai- Beyrut: 1974 C: 1 Sh: 17 Ayrıca El Meydanı- El Lübab Fi Şerhil Kitap- Beyrut: 1400 C: 1 Sh:16
(9) Prof. Vehbe Zühaylî- El Fıkhul İslâmî ve Edilletuh-Kuveyt: 1981 C: 1 Sh: 611, Ayrıca Ömer Nasuhi Bilmen- Büyük İslâm İlmihali- İstanbul: 1959, Sh: 156 vd. (Not: İmâm-ı Rabbani “ Mektubat’ isimli eserinde bir inceliğe işaret etmiş ve şu tesbitte bulunmuştur: ‘Mükellefin sadece dille niyet edip, kalben niyet etmemesi halinde ibâdeti sahih olmaz.’.
(10) İbn-i Hümam- Fethû’l Kadir-Beyrut: 1315 C: 2 Sh: 43 vd, Ayrıca İmâm-ı Kasani- a.ge. C:2 Sh: 85, El Meydani- A g.e. C: 1 Sh:163
(11) Hafidû Ibn-i Rüşd- Bidâyetul Müctehid-Kahire: ty C: 1 Sh: 284, Ayrıca Prof. Vehbe Zuheyli- a.g.e. C: 2 Sh: 619 vd.
(12) İmâm-ı Kâsânî- a.g.e. C: 2 Sh: 167, Ayrıca İbn-i Hümâm- a.g.e. C: 2 Sh: 199
(13) İbn Âbidîn-Reddü’l Muhtar-. İstanbul 1984 C: 2 Sh: 440 vd, Ayrıca Mehmed Zihni Efendi- Nimet-î İslâm- İstanbul: 1328, Sh: 98 vd.; Prof. Vehbe Zühaylî-A g.e C: 2 Sh: 700
(14) İmâm-ı Kâsânî- a.g.e. C: 2 Sh: 40, Ayrıca İbn-i Hümâm-a.g.e. C: 1 Sh: 493 , El Meydânî-a.g.e. C: 1 Sh: 140
(15) İbn Abidîn- a.g.e. C: 1 Sh: 811, Ayrıca Hafidû İbn Rüşd a.g.e. C: 1 Sh: 235, Prof. Vehbe Zühaylî- a.g.e. C: 2 Sh: 399
(16) İmâm-ı Yusuf - Kitâbûl Haraç - İst: 1973 Bahar Yay. Sh: 30, Ayrıca İbn-i Abidin - a.g.e. C: 1 Sh: 50
 

 

...
Yorum Ekle
Adınız :
Başlık : Yorumunuz :
Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
YAZARLAR
...
...