İdlib Meselesi ve Müslümanların Beden Bütünlüğü
Müslümanlar için yaşamış oldukları her an ve her hadise bir imtihan vesilesidir. Zaman ve mekân ölçüleri içinde, her bir Müslümanın karşılaşmış olduğu olaylar karşısında sergilemiş olduğu inanç ve amel bütünlüğü, onun takvasını veya fıskını, hatta küfrünü ortaya koyan belâlardır. Belâ kelimesi Türkçede kullanıldığı gibi sadece kötü olan olayları değil, güzel ve istenilen istekleri de içinde barındıran bir kelimedir. İmam Kurtubi, Bakara Sûresi 124. Ayette belâ (İbtilâ) kelimesinin; “Sınamak ve denemek” manalarına geldiğini beyan eder. İnsan sağlıkla, zenginlikle, ilimle, rahatlıkla, nimetler içinde yüzmekle de belalara mâruz kalabilir. Biz Türkiye coğrafyasında bulunan Müslümanlar da diğer ülkelerde bulunan Müslümanlara karşı birtakım belalar ile sınanmaktayız. Yakın geçmişimizde Afganistan, Bosna, günümüzde ise Filistin, Arakan, Suriye gibi ülkelerde yaşayan Müslümanlara karşı nasıl bir tavır takınıyoruz?
İbrahim DÖNERTAŞ
06.02.2019 22:10
1.764 okunma

MÜSLÜMANLAR için yaşamış oldukları her an ve her hadise bir imtihan vesilesidir. Zaman ve mekân ölçüleri içinde, her bir Müslümanın karşılaşmış olduğu olaylar karşısında sergilemiş olduğu inanç ve amel bütünlüğü, onun takvasını veya fıskını, hatta küfrünü ortaya koyan belâlardır. Belâ kelimesi Türkçede kullanıldığı gibi sadece kötü olan olayları değil, güzel ve istenilen istekleri de içinde barındıran bir kelimedir. İmam Kurtubi, Bakara Sûresi 124. Ayette belâ (İbtilâ) kelimesinin; “ Sınamak ve denemek” manalarına geldiğini beyan eder. İnsan sağlıkla, zenginlikle, ilimle, rahatlıkla, nimetler içinde yüzmekle de belalara mâruz kalabilir. Biz Türkiye coğrafyasında bulunan Müslümanlar da diğer ülkelerde bulunan Müslümanlara karşı birtakım belalar ile sınanmaktayız. "Yakın geçmişimizde Afganistan, Bosna, günümüzde ise Filistin, Arakan, Suriye gibi ülkelerde yaşayan Müslümanlara karşı nasıl bir tavır takınıyoruz? Onların dertleri ile ne kadar dertleniyoruz? Nasıl bir duygu ve amel oluşumu içerisindeyiz?" sorularının cevabını kendimize sorduğumuz zaman; “-evet yapılması gerekeni yapıyoruz, üzerime düşen görevleri Müslümanlar olarak Allah’ın emrettiği sınırlar içerisinde yerine getirmek için çabalıyoruz” diyebiliyorsak, bu en azından kendimizi kurtarmak için bir umuttur. Fakat bu bir iddiadır, ispatlanmaya muhtaçtır. Gerçekten halimiz bu mudur? Yoksa biz öyle olduğunu mu zannediyoruz ve kendimizi kandırıyoruz? Düzeltiyoruz derken, sakın bozmayalım? Bu hususta Ömer bin Abdulaziz(rh.a.); “Allah’a bilgisizce ibadet edenin bozduğu, düzelttiğinden daha fazla olur”(1) diyerek büyük bir tehlikeden haber vermektedir. O halde özellikle en yakın ve güncel konumuz olan Suriye ve İdlib konusu üzerine ruh ve beden halimizi bir gözden geçirelim.

MÜSLÜMANLAR BİR VÜCUDUN AZALARI GİBİDİR

Numan b. Beşir (r.a)’dan Rasulullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivayet edilir; ”Müslümanlar, bir vücud gibidir. Gözü ağrısa bütün vücudu ağrır. Başı da ağrısa bütün vücudu ağrır.” (2) Hadisi şerifte beyan edildiği üzere, Müslüman sıfatına sahip olan bir kişi dünyanın neresinde olursa olsun, diğer Müslümanlarla bir bütündür. Onlar ile gerek ruh yönü ile gerekse ihtiyaç olduğu zaman bedeni ile bir bütündür. Onların sevinçleri, sevincimiz; acıları da acımızdır. Onların başına gelen her bir olay, aynı bizim başımıza gelmiş gibidir. Onların canını yakan şeyler, bizim de canımızı yakar. Onları öldüren, aynı zamanda bizi de öldürmüştür. Yoksa bizlere dokunmayan ve hatta bizlere iyilik eden kişiler, eğer onlara zarar veriyor ise, bize de zarar veriyor hükmündedir. Bu yüzden hiçbir Müslüman, sadece içinde bulunduğu beldedeki olumsuzluklardan sorumlu değildir. Gücü nisbetinde, diğer coğrafyalardaki Müslümanlar için de aynı şeyi istemek zorundadır. Bir hadisi şerifte Allah Râsûlu (s.a.v.); “Kişi kendi nefsi için istediğini, kardeşi için de istemediği müddetçe iman etmiş olmaz”(3) buyurarak bizlere diğer Müslümanlar için nasıl bir ruh hâli içinde olmamızı beyan etmiştir. “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidir.Vücudun herhangi bir uzvu rahatsız olursa diğer uzuvları da onun ızdırabını duyar ve rahatsız olur.”(4) buyuran peygamberimiz, tek vücut olmanın önemine işaret etmiştir. Şimdi bizler Peygamberimiz’in bizlere bildirmiş olduğu bu ölçüler içinde İdlib’de bulunan Müslümanlar hakkında nasıl bir duygu içerisindeyiz? Onların acılarını hücrelerimizin derinliklerine kadar duyabiliyor muyuz? Onlarla birlikte acılarını ne kadar hissediyoruz? İşte bizim imanımızın kuvveti ve tek bir beden olan Müslümanların oluşturduğu manevi birliktelik içinde ne kadar yer kapladığımız, bu soruların cevabının ne kadar samimiyetle hissedildiği ile doğru orantılıdır. Gerçekten zorlukları ve acıları onlarla beraber hissediyor isek, canımız yanıyor ise işte hissettiğimiz kadar bu bedene aitizdir. Eğer kalplerimiz nasırlaşmış ve bu hissiyâttan uzak isek, sadece kendimizi ve şov yaptığımız çevremizi kandırıyoruzdur.

Ruhsal yönden durum bu olmakla birlikte, aynı zamanda bedensel olarak da onlarla beraber olmak zorundayız. Bu ise nasıl mümkün olabilir? Bu sorunun cevabı da; eğer içinde bulunduğumuz beldelerde Allah (c.c.)’ın emrettiği ölçülerde hareket ediyor, rabbimize tevekkül ederek, Hz.Yakub gibi sabırla, Hz.Yusuf gibi şeriat üzere, Hz.Musa’nın annesi gibi teslimiyet ile Allah’ın çizdiği ölçüleri sorgulamadan ve tam bir inanç ile yerine getirmeye çalışıyor isek evet olacaktır. Kendimize ait olan bedensel görevi yerine getiriyoruz demektir. Bu çalışmalar uzun bir süreci kaplasa da, sonunda zafer Müslümanların olacaktır. Fakat Müslümanlar bugün acele etmekteler. Teslimiyet sorunları vardır. Mantıksal zekâları, akıl denilen idrak kabiliyetlerini gölgelemiştir. Dünya sevgisi, ahiret hayatlarını unutturmuştur. Ahireti istemekle birlikte, ondan daha önce dünyayı kazanma derdindedirler. Ölümden çok, yaşamayı arzu edenler dünyayı da, ahireti de kaybederler. Bu şekilde hareket edenler ise bırakın diğer Müslümanlara yardım etmeyi, kendileri daha çok yardıma muhtaçtırlar. İçinde bulunduğumuz beldelerdeki Müslümanların tepelerine inen Rus ve Esed bombaları olmasa da, bedenlerimiz parça parça olmasa da, ruhlarımızı katleden, imanlarımızı yoğun bakıma maruz kılan şeytani düzenler daha büyük bir tehlike teşkil etmektedirler.

MÜSLÜMANLAR HABERLERİNİ İYİ TAHKİK

ETMEK ZORUNDADIRLAR

Basın ve yayın organlarının çok büyük bir bölümünün Yahudilerin elinde olduğu bilinmektedir. Geriye kalanlar ise ne kadar güvenilir ayrı bir konudur. Güvenilir olsa bile haber kaynaklarını yine çoğunlukla İslâm düşmanı kişilerden, kurum ve kuruluşlardan aldıkları sabittir. Allah (c.c) Kur’an’ı Kerim’de; “Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu etraflıca araştırın. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz” (Hucurat, 49/6) buyurarak yanlış bilgi ile yola çıkan Müslümanların, diğer kişilere bilmeden de olsa zulmedeceğini beyan etmektedir. Müslümanlığı zayıf olan kimsenin getirmiş olduğu haber ile hareket etmek bile insanlara kötülük yapmaya sebep olabiliyor ise, değil bizlere düşmanlık etmeyen kâfirlerin haberleri, Müslümanlara düşmanlıkta en önde koşan harbi kâfirlerin bizlere yapmış oldukları haberler ile bizim dışımızda olan Müslümanlar hakkında hükümde bulunmak, onları yargılamak, doğruluğa veya hataya nispet etmek ne kadar isabetli olur? Suriye ve İdlib konusunda bizlere gelen haberler ne kadar doğrudur? Orada bulunanların akaidi durumları nedir? Orada hüküm süren insanlar ne ile hükmediyorlar? dost mudurlar? düşman mıdırlar? Sorularının cevabını İslâm düşmanı basın ve yayın organlarından değil, ehliyetsiz ve din hususunda sapık fikirlere sahip insanlardan ve tağutlardan imtina edememiş din tüccarlarından da değil; bu hususta kendisini ispatlamış Ehl-i Sünnet müçtehid ulemasının fetvalarını ölçü kabul eden ehil hocaların, sağlam kaynaklardan, adil Müslümanlardan almış oldukları haberleri tahlil ederek, istişare sonucu bizlere bildirmiş olduğu makamlardan almak isterim. Aksi halde bir kısım Müslümanlara bilmeden de olsa zulmetmiş olurum ki, bu durumun pişmanlığı ahirette beni helak eder. Hadis inkârcıları, tarihselciler, hadisleri Kur’an’a arzedenler, sadece Kur’an bize yeter diyerek onlarca kitap yazanlar, doğrudan âyet ve hadisleri alıp ehil olmadığı halde hüküm çıkaranlar, hocalarını ve gruplarını hatasız kabul edenler, zekâsını vahyin önüne geçirenler, modernistler, kavmini inancının önünde tutanlar, gelenekçiler, çoğulcular ve Ehl-i Sünnet düşmanı Şia’nın vermiş olduğu haberler özellikle defalarca tahlile muhtaçtır. Güvenilmez ve kendisi ile amel edilmez haberlerdir. Yoksa din kardeşlerime bilmeden yanlış yakıştırmalar yaparak, bu bilgilerin üzerine bina edeceğim hareketler ile onlara ve aynı zamanda Müslümanlara zulmetmiş olurum.

Bunlardan başka, Ehl-i Sünnet fıkhını kabul ettiği halde, sadece tek bir müçtehid üzerine yoğunlaşarak, diğer ulemanın görüşlerini yok sayarak fıkhı daraltan, İmamı Azamcı, İbniTeymiyyeci, İmam Şafiici olarak tek görüşte ısrar eden veya tam tersi alabildiğine kontrolsüzce, usul dışı olarak her görüşü, her ortamda kullanarak insanları serkeşliğe, usulsüzlüğe ve alabildiğine serbestliğe sevkedenler de kendilerinden haber alırken dikkat edilmesi gereken mercilerdir. O halde yapılması gereken, Müslümanların bir an önce sağlam ve adaletli haber kaynaklarını oluşturması ve bu haberleri hakkı ile tahlil edecek “ulu’lemr” oluşumunu yerine getirmeleridir. “Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde hemen onu yayarlar. Oysa onu peygambere ve içlerinden emir sahiplerine (ulil emri) götürselerdi, o haberi inceleyip, sonuç çıkarabilecek olanlar onu bilirlerdi. Eğer Allah’ın size rahmeti ve lütfu olmasaydı çok azınız hariç şeytana uyardınız”(Nisa,4/83) buyuran rabbimiz bu âyeti kerimede Müslümanlara birçok mesajlar vermiştir. En başta “del bil işare (işaret yolu ile delil)” olmak üzere “ulu’l-emr” seçmeye işaret vardır. Müslümanlar önce Müslümanlardan olan, İslâm şeriatı ile hükmeden, tağutları reddeden bir imam seçmek zorundadırlar. Müslümanların imamı ve şûrası gelen haberleri tahkik ederek Müslümanları adalet üzere sevk edecektir. Aksi halde, böyle yapmayanlar âyette belirtildiği üzere şeytana uyanlardır. Haberleri usül üzere değerlendirmeyenler, duydukları her şeye inananlar, şeytana mürid olmaya adaydırlar. Bugün dünya Müslümanları sizce haber kaynaklarını nereden alıyorlar? Ve nereye götürüyorlar? Bir kere daha düşünmeleri şarttır. Bu bilgiler ışığında Müslümanlar İdlib hakkında konuşur iken hangi ölçüler içinde hareket ediyorlar, iyi tahlil etmelidirler.

MÜSLÜMANLAR OLUŞTURMUŞ OLDUĞU

BEDENLERDE İDAREYİ KİMLERE VERMİŞTİR?

“Her şeyi ifsad edecek bir bela vardır. Bu dinin kötü afeti de kötü idarecilerdir”(5) buyurulmuştur. Genel manada bir bütün olamayan Müslümanlar, bölük bölük, parça parça olup tam bir bedeni oluşturamadıkları gibi, sağlıklı bir ulu’l-emr oluşumunu da yerine getirememişlerdir. Bunun yerine fırkalara ayrılmış parçacıklar ve bunların başında da ehliyetsiz insanların seçtiği fikir önderleri vardır. Daha doğrusu dünya üzerinde oluşum içinde olan İslâm cemaatleri(!)nin imamları veya imamların cemaatleri vardır. Yani sağlıklı bir seçim yoktur. Kendilerine Müslüman yakıştırmasını yapan ve belli bir fikre demir atan insanlar, yine kendi fikirleri ölçüsünde bir imam seçmiş ve o kişi “cemaatin imamı” olmuş, ya da belli bir fikre demir atmış bir imam, kendi fikrine uygun insanları oluşturmuş ve o yapı “imamın cemaati” olmuştur. Tercihlerini İslâm ölçüleri içinde değil de, başka ölçütler dâhilinde yapan insanlar hata ederler, yanlış tercihte bulunurlar. “kızı gönlüne bırakırsan ya davulcuya varır, ya zurnacıya” sözü boşuna söylenmemiştir. Akıl ve tecrübe olgunluğuna sahip olmayan, özellikle evlenme çağındaki genç kızların aklı bir karış havada olduğundan evlenecekleri koca adaylarını da akıl olgunluğu ile değil, duygu yoğunluğu ile seçtiklerinden, sağlıklı bir evlilik kuramazlar. Evlenme çağındaki kız eğlenceye düşkün olur. Büyükleri onu uyarmaz ise, hoşlandığı, uygun olmayan birisiyle evlenir. Günümüz âhir zaman Müslümanları da, fitne yoğunluğu içinde, akıl emniyetinden uzak, küfrün propagandalarına mâruz kalarak yanlış insanların peşine düşmüşlerdir. İslâm’ı bilmeyen, dini kıstaslardan habersiz ve özellikle üzerlerine farz olan ilmihal bilgilerini öğrenmekten imtina etmiş dünya ehli kişiler, yanlış yollara ve yanlış kişilerin arkasına gidebilmekteler. Her Müslüman âlim olamayabilir, fakat her Müslüman ilmihal bilgilerini öğrenmek zorundadır. Özellikle akidevi konularda tam bir araştırma yapmak, kişiyi ebedi olan cehennem azabından kurtarmak için, olmaz ise olmaz şartlardandır. Oluşumuna katkı sağladığımız bedende “akıl (kalb)” imam ise sorun yoktur. Amazekâyı (beyin), mideyi, tenasül uzvunu, dübürünü veya diğer uzuvlarından birini imam yapanlar asla felah bulamazlar.

O halde dünya Müslümanları ile olan ruhsal ve bedensel bütünlüğümüzü hangi ölçüler içinde tanzim ettiğimizi bir kere daha gözden geçirelim. Onların acılarını ve sıkıntılarını ne ölçüde hissediyor ve ne kadar gayretle çözüm arıyoruz? Onlar hakkında gelen haberleri nereden alıp, nerede tahlil ediyoruz? Kimlerin peşinden, kimlerle beraber gidiyoruz? Bütün bu soruların cevabını İslâm fıkhı ölçüleri içinde değerlendirip, bir kere daha düşünmekte fayda vardır.

__________________

(1) İbn-i Teymiyye, Hisbe Sh.121

(2) Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birr B.17,Hadis 67.

(3) Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71-72. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 59;  Nesâî, Îmân 19, 33; İbnMâce, Mukaddime 9

 (4) Buhari Edep 7

(5) Camiu’s-Sağir, C.1 hds. 475

...
Yorum Ekle
Adınız :
Başlık : Yorumunuz :
Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
YAZARLAR
...
...