Dindarlaşma Fıkhı-2
Din-dâr, biri Arapça diğeri Farsça iki kelimeden oluşan Türkçe bir sözcük. Dini değerlere sahip olma, dini benimseme anlamındadır. Dindarlık “Dinin yapılmasını emrettiklerini yapma, yasaklarından kaçınma hali, tedeyyündür.” İslâmî dindarlık Allah’ın çizdiği sınırlar içinde bir hayat yaşamaktır. Saygı duyulması, korunması, desteklenmesi, büyütülmesi gereken, öncelikle dindarlaşma tercihidir. Bu konuda şu hadisi zikretmek uygun olur: “Kimi, yaptığı iyilik sevindiriyor ve günahları da üzüyorsa o kimse mü’mindir.” Yaptığı iyiliğe sevinen, işlediği günaha üzülen mükellef ‘dindarlaşma tercihi’ yapmıştır. Dindarlaşma beşerî münasebetlerde kusursuzluk, ibâdetlerde eksiksizlik, sınırsız sabır, sınırsız merhamet demek de değildir. Dindarlaşma yönünde yapılan tercihin sürdürülebiliği, kusursuzluğu mânâsına gelmez.
Mustafa ÇELİK
04.11.2021 11:09
2.343 okunma
Paylaş
DİNDARLAŞMA; itikaden, ilmen ve amelen Allah’ın diniyle mukayyed hale gelmektir. Allah’ın diniyle mukayyed kalmayanlar, dindar sayılmazlar.Dindarlığın özü, insanın eyleminden kaynaklanan sorumluluğunu kendi Halikı olan Allah’a karşı hissetmesi ve O’nun yaptırımlarının mutlaka gerçekleşeceğine inanmasıdır.
Dindarlaşma fıkhı; dinin hakikatlerini kalbi bir iman ile yüklenmektir. Dini vahyi kaynağından anlamak, tebliğ edip tatbik etmek için kişiyi fıkhi olarak minhac/usul sahibi kılmak, dindarlaşma fıkhının hedeflerindendir. Dini Allah’ın muradına göre anlama, tebliğ etme, tatbik etme ve tenfizde bulunma merhalelerinde Müslümanın muhtaç olduğu şey, dindarlaşma fıkhıdır. Dinin gayesi olan insanların maslahatlarına ve hayrına olan durumları tahakkuk ettirmek, dindarlaşma fıkhıyla mümkündür.(23)
Dindarlaşma; din sahibi olmanın bedeline katlanmadır. “Dindar” lığın en ayırdedici özelliği, “samimiyet”tir. Zemin ne kadar dar olursa olsun, zaman ne kadar zor olursa olsun, bedeline katlanmak ve dine bağlı olmak, dindarlığın ta kendisidir.
Müslümanların modern dönemde karşılaştıkları sorunlar, dindarlık bağlamında sorunlardır. Çünkü Müslümanlar geçmişten günümüze yeryüzünde adaleti sağlamayı da dindarlık saymışlardır. Yeryüzünde adâleti sağlamadan önce kendimize karşı da âdil olmaya mecburuz. Kendimize karşı âdil olmanın bir yolu da dindarlığımızı yeniden ele almak olabilir.
İsmail Lütfi Çakan hocamız, “Dindarlık Dinde Olanı Yaşamaktır” isimli kitap çalışması da dindarlık tartışmalarına farklı bir yaklaşım getirmektedir. Yazara göre dindarlıkla ilgili iki tutum gözlenmektedir. Birincisi ‘hurafeci dindarlık’ eleştirisi üzerinden kendi dindarlıklarını inşa etmeye çalışanlar, ikincisi hurafeci dindarlığa yönelenler. Çakan’a göre iki gurup da hatalı bir tutum içindedir. Hurafeci dindarlık eleştirisi yapanların sünnetten kopan bir dindarlık arayışı içinde oldukları gözlenmektedir. Hurafeci dindarlığa yönelenler de sünnetten koptukları için bu duruma düşmüşlerdir. Çözüm sünnetin ortaya koyduğu çerçevede ve ‘dinin içinde’ dindarlaşmadır. Dinin içinde dindarlaşma Hz. Peygamber’in sünnetine sarılmakla uygulamaya konulmuş olacaktır. Gerçek dindarlık tevhid, istikâmet, dürüstlük ve ibadet/kulluk erdemlerini birlikte sahiplenip, gücü ölçüsünde yaşamaktır.(24)
Dindarlaşma refleksi, sünnete sarılma ihtiyacı olarak tezahür etmektedir. Burada konunun analiz edilebilmesi için üç kavramsallaştırmaya ihtiyâcımız bulunmaktadır. Bunlar ‘dindarlaşma’, ‘dindarlaşma tercihi’, ‘dindarlığın sürdürülebilirliği’ kavramlarıdır. ‘Dine zihinsel anlamda bağlılık’ ile ‘Dinin kurallarına ittiba’ birbirinden farklı şeylerdir. Modern zamanlardaki dindarlık tanımları daha çok dine zihinsel anlamda bağlılık noktasında buluşmaktadır. Bu tanımlarda ‘dinin kurallarını hayata geçirme yönü’ genellikle ihmal edilmiştir. Bunun sebebi büyük ölçekte batıdaki dindarlık algısıdır. Türkiye’de dindarlık ile ilgili yazılan makale ve alan araştırmalarına baktığımızda bunların çoğunun batıdaki çalışmaların tercümeleri üzerine bina edildiğini görüyoruz. Bu durum dindarlık ölçeklerine de yansımış durumdadır. Bugün ülkemizdeki dindarlık ölçeklerinin çoğu batıdaki din algısı ekseninde kurgulanmış ölçeklerdir. Batıdaki dindarlık algısı ‘dine zihinsel ve duygusal bağlılık’ şeklinde olup, bireysel ve sosyal hayatını din kurallarına göre düzenlemeyi içermemektedir. Oysa İslâmî dindarlık, yapısal olarak farklılık arz eder. Kişinin pratik hayatını da din kurallarına göre düzenlemesini gerektirir. Bu bağlamda biz, zihinsel duygusal ve fiziksel değişimi içeren dindarlığa ‘dindarlaşma’ diyoruz. Dindarlaşma, ‘tedeyyün’ kavramını karşılamaktadır. Tedeyyün Arapça tefe’ul kalıbındandır. Bu kalıp, bir çabayı ve gayreti gerektiren fiillerde kullanılır. Bir eylem olarak dindarlaşma hayatının belirli bir döneminde karar vermeyi, tercih yapmayı gerektirir. ‘Sürdürülebilir dindarlık’ öncelikle bir tercihin yaşatılmasına bağlıdır. Dindarlaşmanın kişi ile Allah arasında olan bir yanının bulunmasına karşılık ‘dindarlaşma tercihi’, dindarlığın toplumda sosyal kabulünü ve statü talebini ifâde eder. M. Hamdi Yazır (rha) der ki: “Müslümanların şimdiki gerilemesi ise dini hassasiyetin azalması, aşk ve şevkin sönmesi ve akidelerin donuk bir hal alması yüzündendir.’’(25) Din, huşu ve haşyetle, sevgi ve saygıyla yaşanır. Bilindiği gibi huşu; tevazu göstermek, hakka boyun eğmek, korku ve sevgi ile beraber edepli bir vaziyet almak demektir. Zıddı gaflet, kibirlenmek, kalp huzurundan mahrumiyettir. Bir ibadetin kıymeti huşulu olması nispetinde artar. Haşyet de; Tazimle (saygıyla) karışık, kalbe ait bir korku demektir. Huşu’da sevgi, Haşyette saygı vardır.
Dindarlaşma fıkhını kitab ve sünnetinden dışında görmek, başlı başına bir tuğyandır. Hz. Peygamber (sav)’in hayatı, dindarlaşmaktan ibarettir. Sünnet, birçok hadiste de “Dindarlığın hayata tatbik edilmesi ve uygulanması” anlamında kullanılmıştır. Birkaç örneği burada sunmak istiyoruz. Hz. Peygamber “sünnet koymam için unutur ve unutturulurum” buyurmuştur.(26) Sünnet-i hasene ve sünnet-i seyyie tabirleri hadiste geçmiştir. Hz. Peygamber, sünnet-i hasene yapanı övmüştür.(27) Hayra vesile olanın hayrı yapan ile aynı sevaba sahip olduğunu belirtmiştir.(28) “Nikâh benim sünnetimdir” buyurmuştur.(29) Yemenliler “bize sünneti ve İslâmı öğretecek kimse gönder” demişler. Hz. Peygamber de onlara “Ebû Ubeyde ümmetin emînidir” buyurmuştur.(30) Burada sünneti öğretme deyiminin geçmesi anlamlıdır. Sahâbenin “Dindarlığın hayata tatbik edilmesi” anlamında uygulamaları bulunmaktadır. Meselâ Hz. Peygamber, Bilal’in (ra) her namazdan sonra abdestli iken bol miktarda nafile namaz kılmayı âdet haline getirmesini tenkit etmemiştir.(31) Hz. Hubeyb’in idam edilmeden önce iki rekât nafile namaz kılmayı sünnet edinmesini olumsuz karşılamamıştır.(32) Her namazda kıraat olarak önce ihlas suresini okumayı, sonra başka sure okumayı âdet edinen sahâbîyi tenkit etmemiştir.(33) Dolaysıyla Rasûlüllah (sav)’in sünneti ve sireti, bütün zamanlarda ve zeminlerde dindarlığımızın ölçüsüdür. Sünnet ölçüsüne uymayan dindarlığın dinde yeri yoktur.
Dindarlaşmak demek, fıtrileşmek demektir. M. Hamdi Yazır (rha) der ki:“Din ne fen, ne de san’attır. Fen ve san’atın başlangıcı ve sonu olan fıtri bir ilkedir.”(34) Dini yanlış, eksik anlamak, maksadına muhalif bir şekilde yorumlamak için “dinidarlık” tabiri kullanılır. Müslümanların toplumunda ifrat ve tefrite düşüp tekfirde bulunanlar, dindarlık yerine dinidarlıkta karar kılanlardır.
Allah’tan gelmiş olana dine yaklaşmada iki durum vardır. Birincisi murad-i ilâhi, ikincisi fehm-i beşeridir. Fehm-i beşeri, murad-i ilâhiyi taharride bulunma ve dini ona göre anlama mesuliyetini taşımaktadır. Kur’ân ve sünnette yer alan hükümleri anlama hususunda ortaya konulan fehm-i beşeri kat’i değil zanni bilgidir. “İçtihadda isabet de olur, hata etmek de olur!” Yani müçtehidin isabet ettiği de olur, isabet etmediği de olur. Müçtehid olmayanlar tarafından ortaya konulan hakikatten uzak akli te’villeri dinin kendisi saymanın sonu laikliğe varır. Dinin bazı kati hükümlerini iptal etme sonucunu doğurur. Dolayısıyla fehm-i beşeri, din ve dinin kati kaideleriyle mukayyed kalmak mecburiyetindedir.Murad-i ilâhiye sadakat bunu gerektirir.(35) Murad-i ilâhiye sadakatin olmadığı yerde dindarlık meydana gelmez. Kitap, sünnet, icma-i ümmet ve kıyas-i fukaha çerçevesini aşmayan mezhepler, müçtehidler ve onların içtihadları, murad-i ilâhiye sadakatin alâmetleridir. Mezheplerin, müçtehidlerin ve onların içtihadlarının gereksizliğini savunanlar, ahkâm-ı diniyyede var olan murad-i ilâhiyi yok saymaktır. Murad-i ilâhiyenin yok sayıldığı yerde“dinidarlık” olur, “dindarlık” olmaz.
“Dindar” kavramı, özel anlamda dinî emir ve yasaklara sıkıca bağlı, din işlerinde titiz ve dikkatli, dinî bilgileri içselleştirerek tecrübe eden bireyler için kullanılmaktadır. Dolayısıyla bu kavram, dine daha çok bağlı olmayı ifade etmektedir. Bu anlamda dini, hayatının merkezine oturtan dindar birey, tercihlerini bu doğrultuda şekillendirmektedir.İslâm’da öze sirayet etmeyip kabukta kalmış görüntülere pek itibar edilmemiştir. Bu bağlamda her şeyi formel ibadetlerden ibaret görerek dindarlığın merkezine bu şekilci anlayışın konulması eleştirilmiştir. Dindarlığın şekilde kalmasında olduğu gibi inancı fiiliyata dökme hususunda gerekli ciddiyeti göstermemek de mühim bir problem olarak görüldüğünden her tür dindarlık tezahürünün “aldatıcı/gösterişçi dindarlık”, “taklidi dindarlık”, “tahkiki dindarlık” ve “zevk alınan dindarlık” şeklinde farklı sıfatlar ile nitelendirilmesi gibi bir ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla dindar birey, imanının gereği olan tasarruflarda bulunur ki Kur’ân ve sünnette buna dair pek çok örnek mevcuttur. Allah ve Rasûlüne itaat, kesinlik derecesinde iman, ürperen kalp, ibadetleri yerine getirme ve elinden ve dilinden emin olunma gibi hususlar bunlardan bazılarıdır. Tabi her şeyde olduğu gibi ibadetlerde de aşırılığa kaçılması yasaklanmıştır.
Bir dine samimiyetle bağlı olmak, bir dini, pratikleri ile yaşamak anlamlarında kullandığımız “dindârlık” ile “dinde aşırılık” kavramları birbirinden tamamen farklı iki kavramdır. “Dindarlık”, Kur'ân-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde desteklenip, teşvik ve takdir edilirken “dinde aşırılık” yerilmekte ve kınanmaktadır. Çünkü dindarlıkta, samimiyet, ölçü, kolaylık, ihlas, denge ve yumuşaklık esas olduğu halde, dinde aşırılıkta, zorluk, dengesizlik, şiddet, sertlik, ölçüsüzlük, samimiyetsizlik söz konusudur. Bu yaklaşım tarzı İslâm’dan önceki Hristiyan, Yahudi vb. topluluklarda da görülmüş ve sonu hüsranla bitmiş olmalıdır ki, Allah bunu bizlere Kur'ân-ı Kerim’de bildirmektedir: 
“Ey, Ehl-i Kitap, dininizde aşırılığa gitmeyin...”(36)
“De ki: “Ey Ehl-i Kitap, dininizde aşırılığa gitmeyin ve daha önce kendileri sapmış olup birçoğunu da saptırmış olan ve doğru yoldan hâlâ sapmakta devam eden bir topluluğun mesnedsiz görüşlerine uymayın.»(37)
Dinde aşırılık “dindarlık” değil, helake sebep olan “dinidarlık” tir. Toplumumuzda çoğu kere “dinde aşırılık ile “dindarlık kavramları biribirlerine karıştırılır. Hatta dinde aşırılığın Allah ve Rasul’ü tarafından istenmeyen, kınanan bir kavram olduğu bilinmediğinden, takva ve koyu bir dindarlık sanılmaktadır.  Dini, kılı kırk yararcasına zorlaştırıp yaşanamaz hale getirmek, dindeki bu aşırılığı, örnek bir dindarlık, bir fazilet gibi görmek, bu tutumun sonunda tabii olarak dinden soğuyanlara, hatta dinden çıkanlara şahit olmak, böylece dinden hoşlanmayanların ekmeklerine tereyağı sürmektir. Dindarlık fıkhı; ifrat ve tefritin mahkûmyeti üzerine bina olunmuştur.
Dindarlıktan maksad; Allah’ın razı olduğu şekilde dini yaşamaktır. Dindar insan denildiğinde, Allah’ın razı olduğu şekilde hayatını düzenleyip yaşayan kimse akla gelir. Allahû Teâla’yı razı etmek için çalışmayanlar, dindarlardan sayılmazlar.
Din ve dindarlık kavramları sosyoloji, psikoloji, antropoloji gibi alanlarda birçok bilim insanı tarafından ele alınmış ve her disiplin kendi doğrultusunda tanımlama yapmaya çalışmıştır. Bir hakikat var ki; dindarlığın kaynağı dindir, dindarlık dinden gayrsiyle mukayyed hale getirilemez.Vasıflı dindarın ilk özelliği, akıl, mantık ve bilgi temeline oturan sağlam bir imandır. Şeksiz şüphesiz bir inancın sahibidir. Gerçekten dindar olan kişi, neye, nasıl inandığını bilir. Bu bilgisi sebebiyle, aykırı fikir ve inanışlara karşı söyleyecek sözü vardır.
İnancı konusundaki her şeyi bilmese de, her sorunun cevabı bulunduğunu bilmenin rahatlığı içindedir. En azından bu cevaplara nasıl ulaşacağını öğrenmiştir.
Aksi halde, son dönem yeniçerilerine benzer. Hani onlardan biri çoktandır kızdığı bir Yahudi’yi, “Niçin bana çarptın?” bahanesiyle atmış yere ve başlamış bağırmaya:
- Tez Müslüman ol!.. Yoksa sen bilirsin!..
Yerde sırtüstü yatan Yahudi, başının üstünde parıldayan kılıcı görünce, işin vahametini anlamış ve hemen,
- Peki, demiş, ne diyeyim de Müslüman olayım kuzum? Yeniçeri başlamış düşünmeye... Ama ne denilip de Müslüman olunacağını bir türlü çıkaramamış:
- Onu ben de bilmiyorum, demek zorunda kalmış?
Bu Yeniçeri ilk bakışta dindar bir insan gibi görünebilir mi? Her ne kadar din gayretiyle harekete geçiyorsa da yaptıkları ve yaptırmak istedikleri itibariyle asla iyi bir Müslüman sayılmaması gerekir.İslâmiyet gericilik, eskilik, harabelik yığını halinde bir zihniyetle bağdaşamaz. Müslümanların yanlış telkin yüzünden böyle geri kalmaları, perişan bir hale düşmeleri dînin icabı değil, dînin icablarına uymamalarının bir neticesidir.
Allah’ın dini özünde inkılapçı ve ıslahçı iken özünden uzaklaştıkça, kalıplara girip yeni şekillere büründükçe sıyrılır, yapı-bozum ve yeni-yapım öznelliğinden. Başlangıçta din, içine doğduğu cahili geleneğin kodlarıyla savaşarak kendini topluma kabul ettirirken yıkar, cahili alışkanlıkları. Ve kurar kendi yeni düzenini. İbrahim’in putları yıkışı nasıl gerçek bir inkılap ise bir o kadar köklü, kalıcı bir yeni yapım modeli sunmuştu insanlığa. İlahi bir model… Bütün peygamberlerin mücadelesinde kök olmuştu, putları yıkmak. Musa’nın asasıyla yarıp Kızıldeniz’i, geçirişi İsrail oğullarını, yalnızca halkını zulümden kurtarmak değildi. Firavunu ve askerlerini engellemekten de ibaret olmayıp o geçiş, aynı zamanda ve hepsinden önemlisi yeni-yapım sembolüydü. Cahiliyye dönemine ilişkin tüm cahili alışkanlıkların terk edildiği bir başlangıçtır. Dindarlaşma fıkhı; hayatı beşikten mezara kadar atalar dininden arınma fıkhıdır. Dindarlık, dinin maksadlarına işçilik ve bekçilik yapmaktır.
Dindarlaşma fıkhı; dini Allah’ın muradına göre anlamayı ve hayata taşımayı dert edinme işidir. İman ettiğimiz İslâm dini bizim üzerimizde yaptırım gücüne sahiptir. Müslüman olduktan sonra kafamıza göre takılıp, arzu ve isteklerimize göre yaşayamayız. Dindarlıkla vesvese bazen birbirine gider gelir. Vesveseli düşünceyi dindarlığın bir cüzü sayanlar, o zehirli kuyunun suyuyla sarhoş olur ve o sarhoşlukla daha da derinlere iner, sonsuz bir burgaçta azap içinde salınır durur. Dindarlık, nefsin ve şeytanın vesveselerinden kurtulmaktır.Dini, tekliften tehdide, hitaptan ithama çeviren çarpık bir bilinç kendini gizleme ihtiyacı duymaksızın ulu orta “tekfiir!” diye bağırıyorsa, dindarlık mahkûm edilmiş demektir. Modern tekfir, samimiyet ve hakikati sadece kendi tekelinde gören, kendisine ve hizbine mutlak bir yanılmazlık atfeden, başkalarının kalbini yarıp da içine bakmışçasına onlarda riyakârlık teşhis eden kibir fedailerinin mesleğidir. Kibir fedaileri dindar değil kindar olurlar.
Dindarlaşma fıkhı; insanları imanın, dinin alanına girdiklerinde kapıldıkları yüksek voltajdan koruyan ve kollayan bir fıkıhtır. Dindar olmayan kinlenir, kinlenen de kirlenir. Kişiyi kinden ve kirden iman ve din ile arındıran fıkhın adı dindarlaşma fıkhıdır.
Netice olarak din ayrı, dindarlık ayrıdır. Din, ilâhi öğretilerden meydana gelmiş olan ilâhi bir şeriattir. Dindarlık ise, dinin ilâhi öğretileri doğrultusunda ortaya konulan bir kesbi beşeridir. Dindarlık nisbiyetle mahduttur. Müslüman insan hayatın meşgaleleri ortamında dinden nasiplendiği kadar dindardır. Dindarlık, dinin kazanımları için yapılan bir cihaddır. Bu cihadda ferdi ve içtimai meşakkatlere katlanıp dinin maksatlarını tahakkuk ettirmek vardır. Dindarlaşma; şeriatin hitabındaki murad-ı ilâhinin anlaşılmasıyla oluşumu tamamlanan fıkhu’d-dinin gereği olarak ihlas üzere doğru bir şekilde dinin tatbikatında bulunmaktır. Dindarlaşma fıkhı; fıkhu’d din’den neşet eden dini hükümlerdeki murad-i ilâhiye talibli olmayı, dinin maksadlarına karşı sadakatli olmayı, ihlası ve cihadı gerektiren özel bir fıkıhtır. Dinin öğretileri; insanın fiillerini doğruluk üzere yönlendiren doğru öğretilerdir. Bunda herhangi bir şüphe yoktur. Dindarlaşma insanları doğruya ulaştıran dinin öğretilerinin/hükümlerinin, emir ve nehiylerinin hangi zamanda, nerede, ne kadar uygulanacağını bilmek ve gereğini yapmaktır. Fıkhu’d-dine nerede ve ne zaman ne kadar ihtiyaç olduğunu bilmeye ve gereğini edep ve adapla yapmaya dindarlaşma fıkhı denilir. Fıkhu’t-tedeyyün (dindarlaşma fıkhı), fıkhu’d-dinden daha zordur. Çünkü fıkhu’t-tedeyyün, fıkhu’d dinin zaman, mekân ve insan üçgeninde bir uyglamasıdır.(38) Günümüzde Müslümanlık adına İslâm fıkhına karşı çıkanların çoğalması, dindarlaşmanın azlığından ve dindarlaşma fıkhının yokluğundandır. Dindarlaşma fıkhı; dinde rivayet ile dirayeti illet, hikmet ve maksad bütünlüğünde buluşturarak riayeti gerçekleştirmektir.
______________________________
(23) Fıkhu’t-Tedeyyün (Dr. Abdülmecid Ömer Neccar) Sh: 255, Riyad/ 1995
(24) İsmail Lütfi Çakan, Dindarlık Dinde Olanı Yaşamaktır, Sh: 43, İst/2016
(25) M. Hamdi Yazır, Metalib ve Mezahib, XLV.
(26) Mâlik, Muvatta’, Sehv, 2
(27) Müslim Zekât 69, İlm, 15
(28) Buharî, Edeb, 70; Müslim, İlm, 16
(29) Buhârî, Nikâh, 1; İbn Mâce, Nikâh, 1
(30) Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 54
(31) Buhârî, Teheccüd, 17, Fedâilü’s-sahâbe, 23; Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 108.
(32) Buhari Cihâd, 167
(33) Buhârî, Sıfetü’s-salât, 24; Tirimizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 11
(34) M. Hamdi Yazır, Metalib ve Mezahib, XLIV
(35) Fıkhu’t-Tedeyyün (Dr. Abdülmecid Ömer Neccar) Sh: 60-68, Riyad/ 1995
(36) Nisa Sûresi/171
(37) Maide Sûresi/77
(38) Fıkhu’t-Tedeyyün (Dr. Abdülmecid Ömer Neccar) Sh: 9-14, Riyad/ 1995
...
Yorum Ekle
Adınız :
Başlık : Yorumunuz :
Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
YAZARLAR
Haber Akışı
...