BM Genel Kurulu, Post-Truth Siyaset, AUKUS Güvenlik Paktı
Geçtiğimiz ay Uluslararası sistemi temsil eden Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın 76. Genel Kurulu New York’ta yapıldı. BM Genel Sekreter Antonio Guterres açılış konuşmasında “Tehlike çanlarını çalmak için buradayım. Dünyanın uyanması gerekiyor. Uçurumun kenarındayız ve yanlış yönde ilerliyoruz” uyarısında bulundu. Konuşmasında ‘Covid-19 salgınından iklim krizine, Afganistan, Etiyopya, Yemen ve diğer ülkelerdeki krizlerden insan hakları ihlallerine, bilime yönelik saldırılardan aşı dağıtımındaki eşitsizliklere kadar birçok konuya değinen Guterres “milyonlar açken milyarderler zevkine uzaya gidiyor” diyerek, dünyanın içinde bulunduğu halin perişan olduğunu ifade etmiştir. BM Güvenlik Konseyi; sadece alınan kararları veto etme hakkı bulunan imtiyazlı beş üyenin (ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin) değil, bazı siyaset uzmanlarının ‘dünyanın derin/gizli devleti’ olarak vasıflandırdıkları Illuminati Çetesi’nin siyasi emellerine hizmet eden bir kuruluş haline getirilmiştir. Hüsnü AKTAŞ
04.11.2021 11:11 2.103 okunma
Geçtiğimiz ay Uluslararası sistemi temsil eden Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın 76. Genel Kurulu New York’ta yapıldı. Genel Kurul görüşmeleri yüzden fazla devlet ve hükümet başkanının katılımıyla başlarken, Genel Sekreter Antonio Guterres açılış konuşmasında “Tehlike çanlarını çalmak için buradayım. Dünyanın uyanması gerekiyor. Uçurumun kenarındayız ve yanlış yönde ilerliyoruz” uyarısında bulundu. Konuşmasında ‘Covid-19 salgınından iklim krizine, Afganistan, Etiyopya, Yemen ve diğer ülkelerdeki krizlerden insan hakları ihlallerine, bilime yönelik saldırılardan aşı dağıtımındaki eşitsizliklere kadar birçok konuya değinen Guterres “milyonlar açken milyarderler zevkine uzaya gidiyor” diyerek, dünyanın içinde bulunduğu halin perişan olduğunu ifade etmiştir. Bilindiği gibi kuruluş sözleşmesine göre; BM Teşkilatı’nın görevi, dünya barışının bozulmasına sebep olabilecek tehdit ve tecavüzleri önlemekle sınırlıdır.
BM Güvenlik Konseyi; herhangi bir devletin tutum ve davranışlarıyla barışı tehdit ettiği kararına varırsa, bu tehdidi ortadan kaldırmak için, değişik yaptırımları devreye sokabilir. Alınan kararları veto hakkı bulunan imtiyazlı beş ülkenin (ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere) ittifak etmesi halinde yaptırım kararı alabilen BM Güvenlik konseyi, bu yaptırımları ABD derin devleti’nin (Office of Net Assessment) desteği olmadan hayata geçiremez hale gelmiştir. Meselenin diğer bir boyutu da şudur: İkinci Dünya Savaşı’ndan, bir anlamda BM Teşkilatı’nın kuruluşundan sonra ABD, 25 ülkeyi bombalamış veya işgal etmiştir. BM Güvenlik Konseyi ‘dünya barışını koruma’ misyonunu yerine getirememiştir. ABD eski Başkanlarından Nixon: “Vietnam’ı işgal etmeyeceğiz, halkına zulmeden bir iktidara karşı Vietnamlıları koruyacağız,” demiş ama iki milyon insanın ölümüne sebep olmuştur. Yine eski başkanlardan George W. Bush: “Niyetimiz, Afganistan’a barış, adalet ve özgürlük götürmek” demiş, fakat arkasında harabeye dönen bir ülke bırakmıştır. ABD derin devleti’nin (Office of Net Assessment) BM Güvenlik Konseyi’nin ‘barışı koruma misyonunu’(!) hafife alarak işlediği savaş suçlarının kaydını tutan herhangi bir uluslar arası kuruluş mevcut değildir. Irak’ta 2003 yılından bu yana bir buçuk milyon masum insanı öldürüldüğünü unutmamak gerekir. Zamanın ABD Başkanı Bush: “Gayemiz, Irak’taki kimyasal silahları imha etmek. Irak’a barış, adalet ve demokrasi götürmek” diyerek, olmayan kimyasal silahların imhasını bahane ederek savaş açmıştır. Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından hazırlanan bir raporda; ABD istihbarat Örgütü CİA ve İngiltere İstihbarat Servisi M16'nın yıllarca Irak ve Afganistan’da akla-hayale gelmeyecek işkencelerle meşgul oldukları ifade edilmiş, fakat herhangi bir yaptırım üzerinde durulmamıştır. Siyasi tarih uzmanı Paul Keyder, BM teşkilatının içinde bulunduğu hali tahlil ederken şu tespitte bulunmuştur: ’BM teşkilatı, ABD’nin iznini ve desteğini almadan, kendi başına bir şey yapamaz hale gelmiştir. Başta Rusya ve Çin olmak üzere, Avrupa Birliği ülkelerinden bazılarının BM teşkilatı üzerindeki ABD hegemonyasından rahatsız oldukları bilinmektedir. Ancak BM Güvenlik Konseyi’nde elde ettikleri imtiyazlı konumlarını kaybetmemek için, bu hegemonyaya karşı yıllarca sesiz kalmayı tercih etmişlerdir.’
BM Güvenlik Konseyi; sadece alınan kararları veto etme hakkı bulunan imtiyazlı beş üyenin (ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin) değil, bazı siyaset uzmanlarının ‘dünyanın derin/gizli devleti’ olarak vasıflandırdıkları Illuminati Çetesi’nin siyasi emellerine hizmet eden bir kuruluş haline getirilmiştir. Bu noktada bir inceliğe işaret etmekte fayda vardır. Politikacıların siyasi keyfiyete haiz olan bir kelimeyi veya kavramı ısrarla kullanmaları, ifade etmeye çalıştıkları keyfiyetin “gerçek/hakikat” olduğunun delili değildir. Siyasi kavram haline getirilen bir kelimenin, bazı izafi yalanları ve keyfiliği beraberinde getirdiğini unutmamak gerekir. Son yıllarda bütün devlet adamlarının ve politikacıların rağbet ettikleri post truth siyaset anlayışı, BM Teşkilatı’nın görevini yapamaz hale gelmesine vesile olmuştur. Bu noktada post truth kavramı üzerinde kısaca duralım. Post truth kavramını ilk defa Amerikalı oyun yazarı Steve Tesich kullanmıştır. 1992 yılında yayımlanan ‘Yalanlar Hükümeti’ (Government of Lies) başlıklı makalesinde Amerikan halkının büyük çoğunluğunun derin devlet tarafından kurgulanan siyasi yalanları aynen kabul ettiklerini ileri sürmüştür. Post truth kavramı Türkçeye hakikat sonrası, hakikat ötesi anlamında çevrilmiş olup bu tanımlamalar post truth kavramını tam olarak yansıtmamaktadır. Bu kavramının bilinir hale gelmesinde Ralph Keyes’in yazmış olduğu ‘Hakikat Sonrası Çağ’ isimli kitabı belirleyici olmuştur. 2016 yılında ABD başkanlık seçimi ve İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılışıyla birlikte yoğun kullanılan bu kavram, Oxford Ansiklopedi tarafından yılın kavramı seçilmiştir. Bu tespitten sonra BM Güvenlik Konseyi’nde alınan kararları veto etme hakkı olan ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin arasında başlayan derin savaşın tahliline geçebiliriz.
İmtiyazlı Devletlerin Derin Savaşı
İnsanların istikbale matuf kanaatlerini ifade için kullandıkları ‘perşembenin gelişi, çarşambadan belli olur’ darb-ı meseli, siyasi hadiseler için de geçerlidir. Yıllar önce ‘Ayın Konusu’ bölümünde ‘Küfrün Şifreleri, Soğuk Savaşın Yeni Cepheleri ve BM’nin Zaafları’ başlıklı siyasi analizde bazı tesbitlerde bulunmuştuk! Önce bu tesbitleri hatırlatalım. “Kurgulanmış yalanlara ve propagandaya dayananan soğuk savaş felâketi, yeni bir boyut kazanmıştır.Bazı siyaset uzmanları, modern-ulus devletlerin istihbarat örgütlerini, balta girmemiş ormanlarda yetişen zehirli sarmaşıklara benzetirler.(..) ABD ve müttefiklerinin son yıllarda, uluslararası hukuku ortadan kaldırmak için birbirleriyle yarıştıklarını gizlemenin bir anlamı yoktur. Halen dünyanın en güçlü ülkelerinden birisi olan Amerika, İslâm coğrafyasında bulunan petrol ve enerji kanyaklarını kontrol etmek için ‘Küresel Terörle Mücadele’ (İslâmi Terör) şifresini kullanmaktadır. Resmen ilân etmemesine rağmen ABD; başta Çin olmak üzere, Avrupa Birliği Ülkelerini ve Rusya’yı muhtemel rakip olarak görmektedir. Güçlü bir orduya ve yeterli enerji kaynaklarına sahip olmayan Avrupa Birliği Ülkeleri ise hem Rusya ve Çin gibi ülkelerle münasebetlerini geliştirmeye, hem de Türkiye’yi kendi saflarında tutmaya gayret sarf etmektedir. Önümüzdeki yıllarda dünya; BM Güvenlik Konseyi’nin imtiyazlı üyeleri arasında cereyan edecek olan, yeni bir soğuk savaşa sahne olacaktır.” (Misak Dergisi-Temmuz: 2006 Sayı: 188 Sh: 4) Bu soğuk savaşın başladığını söylemek mümkündür. Geçtiğimiz ay (16 Eylül 2021 tarihinde) ABD, İngiltere ve Avustralya arasında yeni bir güvenlik anlaşması imzalandı: AUKUS Güvenlik Paktı. ABD derin devleti (Office of Net Assessment) 1951 tarihinde imzalanan ANZUS (Avustralya, Yeni Zelanda ve ABD) paktından yetmiş yıl sonra yine üçlü bir güvenlik paktı ile Asya-Pasifik’teki varlığını farklı bir noktaya taşıma ihtiyacını hissetmiştir. Aslında bu durum kimse için sürpriz olmamıştır.. ABD Başkanı Biden, Çin ve Rusya ile rekabeti tırmandıracağı sinyalini kendisine, ‘ABD’nin Afganistan’dan neden böyle apar topar çekildiği’ yolunda eleştiriler geldiğinde vermiştir. ABD’nin 2001 yılında Afganistan’da başlattığı ve hevesli/hevessiz Avrupalıları da peşi sıra sürüklediği ‘terörle savaş’(!) politikasını terk ederken kimseye, en önemlisi de Avrupalılara danışmadığı, yeni bir mücadele planını devreye soktuğunu ifade etmiştir. Zaten bu tek taraflı çekilme, tek taraflı güç kaydırma, tek taraflı tırmandırma kararları yüzünden bir süredir bazı Batılı uzmanlar, ABD Başkanı Joe Biden’ın ‘Trumplaşma’ eğilimi içinde olduğunu ileri sürmeye başlamışlardı.
Aukus Güvenlik Pakti ve Nato’nun Geleceği
ABD derin devleti; Avustralya denizaltı projesini İngiltere ile birlikte bir savunma paktı haline dönüştürmesi, NATO’nun karar alma mekanizmasını felce uğratmıştır. ABD Başkanı Jeo Biden, Brüksel’deki NATO Zirvesinde zar zor teskin ettiği Fransızlara, yani NATO müttefiklerine sırtını dönerek yeni bir ittifak ilişkisine girmesi, BM Teşkilatı’nın imtiyazlı üyeleri arasındaki savaşın fitilini ateşlemiştir. Amerikan nükleer denizaltılarında kullanılan yüksek seviyedeki uranyum teknolojisinin paylaşılmasının da kararlaştırıldığı anlaşma (AUKUS Paktı) değişik tepkileri beraberinde getirmiştir. Öncelikle AUKUS Paktı’nın kimi hedef aldığını söylemek zor değildir.Bu pakta karşı en güçlü tepki, BM Güvenlik Konseyi’nin imtiyazlı devletleri olan Fransa ve Çin’den gelmiştir. Gerçi ABD, Avustralya ve İngiltere ile bu paktı imzalar-imzalamaz AUKUS’un hiçbir ülkeyi hedef almadığını, amaçlarının bölgedeki olası krizlerin önüne geçmek olduğunu açıklamıştır. Elbette nükleer denizaltılarla ne tür krizlerin önlenebileceği tahmin edildiğinden bu açıklamalar Pekin hükümetini öfkesini dindirmemiştir.. Dolayısıyla Çin, ABD’nin nükleer denizaltı teknolojisini iki ortağıyla Asya-Pasifik bölgesine taşımasının siyasi dengeleri bozacağını ve silahlanma yarışını teşvik edeceğini ifade etmiştir.Fransa’nın öfkesine gelince! Bilindiği gibi Avustralya devleti, 2016 yılında Fransa ile yaklaşık 66 milyar dolarlık (40 milyar euro) bir denizaltı programı imzalamıştır. Bu anlaşmaya göre Fransa, Avustralya için 12 adet denizaltı projesini üzerine almıştır. AUKUS Paktı’nı imzaladıktan sonra Avustralya, Fransa ile yaptığı anlaşmayı iptal edince kızılca kıyamet kopmuştur. Fransa Dışişleri Bakanı Jean Yves Le Drian “Gerçekten sırtımızdan vurulduk. Avustralya ile bir güven ilişkisi kurmuştuk ve bu güvene ihanet edildi. Bu karar, ABD derin Devleti’nin ve her fırsatta NATO’yu devre dışı bırakmaya çalışan Trump’un kararlarını andırmaktadır” dedi. Fransa Savunma Bakanı Florence Parly ise anlaşmanın Avustralya ile olan iş birliği ruhuna aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Bütün bunlar yetmezmiş gibi Fransa, ABD ve Avustralya’daki Büyükelçilerini Paris’e geri çağırmıştır. Fransa’nın ABD Büyükelçiliği de Chesapeake Muharebesi’nin 240. yıl dönümü nedeniyle düzenlenecek ABD-Fransa dostluk galasını iptal ettiğini duyurmuştur. AUKUS Paktı’nın kurulması, bir anlamda Fransa’nın çıkarlarının Anglosakson ittifakı liderleri tarafından buruşuk bir peçete gibi çöpe atılmasını beraberinde getirmiştir. Gelinen nokta eski ABD Başkanı Donald Trump’ın ‘ABD olmasa Paris’in sokaklarında Almanca konuşulacaktı’ anlamına gelen aşağılamasından daha da beter bir durumun ifadesidir. İç ve dış siyasette her sıkıştığında ‘NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğine’ dair açıklamalar yapan Macron’un, bu gelişmelerden sonra NATO’nun diğer uzuvlarının da öldüğünü ileri sürmesi mümkündür. Fransa’nın AB İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Clement Beaune, geçtiğimiz ay imzalanan AUKUS Paktı’nın ne gibi siyasi gelişmeleri beraberinde getireceğini ifade ederken, AB’den ayrılan İngiltere’yi ABD'nin kölesi olmakla suçlamıştır. Anglo-Sakson devletler bu anlaşma ile sadece Fransa’yı değil, AB’nin diğer ülkelerini de siyasi açıdan ciddiye almadıklarını ortaya koymuşlardır. AUKUS Paktı konusunda ABD’nin önceden bilgilendirme yapmadığını söyleyen AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, “Bu olaylar bir kez daha kendi özerkliğimizin olması gerektiğini göstermiştir. Bugünkü gibi münferit bir olaya karşı özel bir hareket geliştirmeyeceğiz” diyerek Avrupa’nın ABD'ye karşı önümüzdeki yıllarda kolektif tepki gösterecek yeni bir yapılanmaya yönelmesi gerektiğini ifade etmiştir. Dolayısıyla ABD’nin AUKUS hamlesinin Çin kadar AB’yi de hedefe koyduğunu söylemek gerekir.
...
|
Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
|
|
| |