INSAN yaratılışının gereği olarak bilinmeyen ve görünmeyene, bir anlamda esrarengiz olana karşı daima ilgi duymuş, onun bu ilgisi kendisini devamlı şekilde görünenin ötesiyle ilgilenmeye sevk etmiştir. Birbirinden farklı disiplinler gaybı, öncelikle bir varlık ve bilgi problemi olarak ele almışlardır. Tevhid ve sıfat ilmiyle meşgul olan âlimler gaybı, müsbit delilleri dikkate alarak izaha gayret etmişlerdir. Buna mukabil spiritüalizmi (ruhçuluğu) ve mistisizmi ön plânda tutan düşünürler gaybı, insanın varoluş sırlarından bir sır olarak değerlendirmişlerdir. Günümüzde aydınlanma felsefesini ön plâna çıkaran ve Scientisme’i (bilimciliği) savunan aydınların; deneyin konusu olmadığı için, gaybe imanı hafife aldıkları malûmdur. Hevâlarını ilâh edinen aydınlanmacı filozofların “insanın dışında, insanı aşan herhangi bir hakikat yoktur” sloganını, hem gaybı, hem vahyi inkâr için kullandıklarını gizlemek mümkün değildir.
Kur'ân-ı Kerim’de, vasıfları ve sıfatları farklı olan iki ayrı âlemin varlığı haber verilmiştir. Birincisi: Görülen, beş duyu organı vasıtayla bilinen ve akılla idrak edilen varlıklar âlemidir. Buna müşahede (şehadet) âlemi denilir. İkincisi: İnsanoğlunun duyu organları vasıtasıyla tesbit edemediği veya aklıyla kavrayamadığı, sadece haber-i sadıkla (vahiyle) varlığını öğrendiği âlemdir. Gayba imanın, mü’minlere vasıf kılındığı muhkem nassla sabittir: “Onlar (mü’minler) gayba iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden de infak ederler.” (El Bakara Sûresi:3) Bu âyet-i kerime’de yer alan “Onlar (mü’minler) gayba iman ederler” hükmü, mü’minlere mahsus olan bir vasfın ifadesidir. Yani mü’minler, görmedikleri halde Allah-ü Teâla’ya (cc), O’nun meleklerine, ahiret hayatına, cennetin ve cehennemin varlığına iman ederler. Gayba imanın önemini izah edebilmek için, önce “gayb” kelimesinin lûgat ve ıstılahi manâları üzerinde kısaca duralım.
Arapça’da ‘Gayb’ kelimesi, masdar, isim ve fiil olarak farklı anlamları ifade eden bir keyfiyete haizdir. Mazi fiil kalıbı olan “Ga-Be” masdarının, gözden kaybolan şeyleri ve duyularla idrak edilemeyen varlıkları ifade için kullanıldığı bilinmektedir. Lâzım fiil olarak kullanıldığında batmak, “fi” harf-i cerri ile birlikte kullanıldığında gizlenmek ve “an” harf-i cerri ile kullanıldığında ise gözden kaybolmak anlamına gelir.(1) İsim olarak kullanıldığında; kaybolma, şüphe, belirsizlik veya görünmeme gibi manâları ifade eder. Meselâ; kocası yanında olmayan kadına “meğibe”, mecliste bulunmayan bir kimsenin aleyhinde konuşmaya “gıybet”, dibi görünmeyen kuyuya “gayâbe” ve sık ağaçlı olan ormana “gâbe”denilir.(2) Müfessir M. Hamdi Yazır’a göre gayb; ya “adl” gibi masdar, ya meyyit kelimesinden tahfif edilen “meyt” gibi, “gayib” ten dönüşmüş bir isimdir.(3) “Ga-be” veya “GYB” kökünden türetilen kelimeler; Kur'ân-ı Kerim’in bir ayetinde (Hucûrat Sûresi: 18) fiil, diğer ayetlerde isim ve sıfat olarak kullanılmıştır. Herhangi bir alemin veya varlığın, insana nisbetle gaybi olması mümkündür. Ancak Allah’a (cc) nisbet edildiği zaman, gayb sözkonusu değildir. Zîra Allahü Teâla’nın (cc) ilmi herşeyi ihata eder ve hiçbir şey O’ndan gizli kalamaz.(4)
İslâm alimleri gaybi meseleleri, şu iki keyfiyete göre değerlendirmişlerdir. Birincisi: Herhangi bir delili veya emaresi bulunmayan gaybi meselelerdir. Bunların mahiyetini Allahû Teâla (cc)’dan başkasının bilebilmesi mümkün değildir.: “Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. Kendinden başkası bunları bilmez” (El En’am Sûresi: 59) âyeti, gaybın bu kısmına işaret etmektedir. Allahü Teâla’nın (cc) ilmi, kiyametin ne zaman kopacağı, Levh-i Mahfuz’daki kitabın keyfiyeti, kaza ve kader hep bu kısım gayba dahildir. İkincisi: Haber-i sadıkla (vahiyle) varlığı bilinen, fakat keyfiyetleri duyu organları veya akılla idrak edilemeyen gaybi varlıklardır. Melekler, cinler, ahiret, cennet, cehennem bu tür gayba dahildir.(5) Mü'minlerin bariz vasıflarından birisi, haber-i sadıkla (vahiyle ) bilinen gayba iman etmeleridir. Peygamberimiz Efendimizi (sav) gören kimseler (sahabe-i kiram) O’nun gayb alemiyle ilgili tebliğini aynen tasdik etmişlerdir. Tabiûn döneminde ve daha sonra yaşayan müslümanlar; hem gaybın keyfiyetini tasdik etmişler, aynı zamanda Rasûl-i Ekrem’in (sav) nübüvvetine (O’nu görmeden) gıyaben inanmışlardır. Gaybe yakin (kesin) olarak imân eden kimseleri, Rasûl-i Ekrem (sav)’in tebşir ettiği malûmdur.(6) Gaybe iman meselesi, müslüman ile münkiri birbirinden ayıran bir unsurdur. Kelime-i şehadeti tasdik ve ikrar eden her mükellefin, Allahü Teâla’nın (cc) kitabında ve Peygamberimiz Efendimizin (sav) sünnetinde yer alan her bilginin, mutlak hakikat olduğunu tasdik etmesi farzdır. Zira “müslüman” (Allah’a teslim olan) vasfını elde etmenin zaruri şartı, muhkem nasslarla sabit olan her hükmü tasdik etmektir.
Geçmiş ve Gelecekle İlgili Gayb
Kur'ân-ı Kerim’de zaman açısından geçmiş, hal ve gelecek olmak üzere üç kategoriye ayrılabilen birçok gaybî habere yer verilmiştir. Bunlardan uzak maziye ait olan ve bizzat Kur'ân tarafından “gayb haberi” olarak nitelendirilenlere Hz. Âdem, Hz. Nûh, Hz.Yûsuf ve Hz. Meryem’e dair bilgilerle Ashâb-ı Kehf, Zülkarneyn ve Hz.Musa ile salih kulun kıssaları misal olarak verilebilir. (Âl-i İmrân 3/44; Hûd 11/49; Yûsuf 12/102; el-Kehf 18/13-26, 83-98). Mekke’nin fethi hazırlıklarının müşriklere bildirilmek istendiğini haber veren (el-Mümtehine 60/1), Benî Mustali kabilesinin zekâtının toplanmasını konu edinen ve ayrıca ‘İfk Hadisesi’nin iç yüzünü açıklayan âyetler (el-Hucurât 49/6; en-Nûr 24/11-12), Kur'ân’ın o dönemde bildirdiği hâlihazırla alâkalı gaybî haberler arasındadır. Bizanslılar’ın Mecûsî İranlılar karşısında yakın bir gelecekte galibiyet elde edeceğini bildiren (er-Rûm 30/4-5), Mekke’nin fethini (el-Feth 48/11, 15, 16, 27) ve İslâm’ın parlak istikbalini müjdeleyen (en-Nûr 24/55) âyetler de Kur'ân’ın geleceğe dair gayb haberlerindendir.
Kur'ân-ı Kerim’de zikredilen kıssaların, gaybi keyfiyete haiz olduğunu söylemek mümkündür. İslâm’a itiraz eden kitap ehlinin ve bazı müşriklerin sualleri üzerine, gaybi özelliğe haiz bazı haberler verilmiştir. Meselâ: Kur'ân-ı Kerim’de: “(Rasûlüm!) Bunlar sana vahyetmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. Meryem’i onlardan hangisi himayesine alacak diye kalemlerini atarken sen yanlarında değildin. (Onlar) Çekişirlerken de yine yanlarında yoktun” (Al-i İmran Sûresi: 44) hükmü beyan buyurulmuştur.
Bu ayet-i kerimede “Bunlar sana vahyetmekte olduğumuz gayb haberlerindendir” hükmü, kitap ehlinden bazılarının (Hz. Meryem’le ilgili) sordukları suale verilen cevapla alâkalıdır. Bu geçmişte yaşanan ve gaybi özelliğe haiz olan bir haberdir. Başta Ashab-ı Kehf’in, putperestlere karşı vermiş oldukları mücadele olmak üzere; tarih boyunca yaşanan hadiseler (ki bunlar gaybe ait haberlerdir) Peygamberimiz Efendimize (sav) vahiyle haber verilmiştir.
Muhakkak ki peygamberlerin tebliğ ettiği gayb, Allahü Teâla (cc)’nın indirdiği vahiyle sınırlıdır. Nitekim: “De ki (ey Muhammed!) ‘Tehdid edilegeldiğiniz (azab)ın yakın mı, yoksa Rabbimin ona uzun bir müddet mi ta’yin etmiş olduğunu ben bilemem. Allah, bütün gaybı bilendir. Öyle ki gaybına kimseyi muttali’ etmez. Meğer ki seçtiği bir peygamber ola!.. (Onlar müstesnadır) Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözetleyiciler (muhafızlar) dizer” (Cin Sûresi: 25-27) âyetlerinde, bu husus sarihtir.
Peygamberler Allahü Teâla’nın (cc) vahiyle bildirdiği gayba ait hususları da tebliğ etmekle vazifelidirler. Bunun sadece geleceğe ait olması şart değildir. Geçmişte cereyan eden hadiselerin, gaybi bir keyfiyete haiz olduğu malûmdur. Mekke döneminde müşriklerin; dünyevi ihtiraslarını tatmin veya Rasûl-i Ekrem’i (sav) imtihan niyetiyle, gaybi keyfiyete haiz olan bazı meseleleri sordukları bilinmektedir.
Kur'ân-ı Kerim’de: “De ki; ‘Size benim yanımda Allah’ın hazineleri var demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ben bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam.’ De ki: ‘Görmeyenle gören bir olur mu?’ Hiç düşünmüyor musunuz?” (El En’am Sûresi: 50) hükmü beyan buyurulmuştur. Kur'ân-ı Kerim’de geçmişe veya geleceğe ait gaybi haberlerin büyük çoğunluğunun, mu’terizlerin sorduğu sualler üzerine haber verildiği malûmdur.
Gaybe Mahsus Beş Meselenin Tahlili
Tarih boyunca müfessirlerin üzerinde en çok durdukları mesele, “Mugayyebat-ı Hamse“ (gaybe ait beş mesele) diye nitelendirilen ve muhkem nassla sabit olan hadisedir. Kur'ân-ı Kerim’de:”- Saatin (kıyametin) ilmi muhakkak ki Allah katındadır. Yağmuru O indirir, Rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse hangi yerde öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır” (Lokman Sûresi: 34) hükmü beyan buyurulmuştur. Muhkem olan ve mutlak gaybı beyan eden bu ayet-i kerime’nin tefsirini bizzat Rasûl-i Ekrem ‘in (sav) yaptığı da sabittir.(7) Son yıllarda bu beş bilinmeyenden ikisini; yani “Yağmuru o indirir” ve “ Rahimlerde olanı o bilir” hükümlerinin keyfiyetini mutlak değil, izafi gayb olarak değerlendiren müfessirler ortaya çıkmıştır. Bunların iddialarına göre “Günümüzde meteroloji cihazları yağmurun vaktini, röntgen ışınlarıyla anne rahmindeki çocuğun cinsiyetini tesbit etme imkanı vardır. Beş gaybi hadiseden ikisini, teknoloji sayesinde insanlar elde etmişlerdir.”(8) Zahiren doğru gibi görünen bu iddialar, gaybın bilinebileceği zannına vesile olmaktadır. Zira insanoğlunun bu konuda elde ettiği bilgiler, deneyle sabit olmuş ve belirli bir merhaleden sonra kazanılmış tecrübelerdir. Meselâ: Havanın nem oranı, rüzgarın esme yönü ve buharlaşma gibi hadiseler, hava tahmin raporlarının en önemli unsurlardır. Bu unsurlar, yağmurun müşahede (gözlem) alanına girmesiyle tesbitinin mümkün olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla müşahede (gözlem) aşamasında elde edilen bilgiler, mutlak gaybın izafi hale geldiğinin delili olamaz. Zira bu usûlle elde edilen bilgiler, zanni delil niteliğindedir. İsmi üzerinde “Hava Tahmin” raporudur. İlim kesin bilgi olduğuna göre, hava tahminini kesin bilgi olarak takdim etmek imkansızdır. Teknolojinin ilerlemesi, âyette geçen “Yağmuru o indirir” hükmünün değişmesine veya iptaline vesile olamaz. Aynı şekilde anne rahmindeki çocuğun; röntgen ışınlarıyla cinsiyetinin (erkek veya kız olduğunun) belirlenmesi, müşahede alemiyle ilgili bir unsurdur. Çünkü âyet-i kerime’de geçen” Rahimlerde olanı o bilir” hükmünü; çocuğun cinsiyetiyle (erkek veya kız) tefsir ve tahsis etmek için, sahih bir delil yoktur. Buna mukabil Hz. Abdullah ibn-i Mesûd ‘dan (ra) rivayet edilen Hadis-i şerif’te beyan edildiği üzere; Anne rahminde çocuğun rızkı, eceli, said mi, yoksa şaki mi olacağı (tek kelimeyle kaderi) belirlenmektedir. Bunun keyfiyetini de Allahü Teâlâ ‘dan (cc) başkasının bilebilmesi imkansızdır. Dolayısıyla “Mugayyebat-ı Hamse” (gaybi beş mesele) diye nitelendirilen ve muhkem nassla sabit olan hükümlerin “mutlak gayb” olma vasfı aynen devam etmektedir.
Mutlak gayb konusunda, üzerinde durmamız gereken bir mesele de ruhun keyfiyetidir. Kur'ân-ı Kerim’de, Rasûl-i Ekrem’e (sav) hitaben: “Sana ruhtan soruyorlar. De ki, ruh Rabbimin emrindedir. Size ilimden pek az bir pay (şey) verilmiştir” (El İsra Suresi: 85) hükmü beyan buyurulmuştur. Ayet-i kerime’de geçen “ruh” kelimesiyle, insan bedenine hayat veren unsurun mu, yoksa Cebrail’in mi kasdedildiği malûm değildir. Zira “ruh rabbimin emrindedir” hükmü mücmeldir ve iki ayrı manâya gelmesi mümkündür. Birincisi: Kur'ân-ı Kerim’de Cebrail için “Rûhu’l Kuds” veya “Rûhû’l Emin” terkiplerinin kullanıldığı bilinmektedir. Buradaki ruh Cebrail ise, O’nun Allahü Teâla’nın (cc) emrinin dışına çıkamıyacağı beyan edilmiş olur. İkincisi: İnsan bedenine hayat veren unsur olan ruh kasdedilmişse, onu Allahü Teâla’nın (cc) yarattığı ve emrinin altında tuttuğu sabittir. İnsanların ruh konusundaki bilgilerinin çok az olduğu haber verilmiştir..(9) Ayet-i Kerime’de geçen “ Size ilimden pek az bir pay (şey) verilmiştir” hükmü; bütün insanlığı mı, yoksa suali soranları mı ilzam etmektedir? Bazı müfessirlere göre, muhatap zamiri bütün insanları içine almaktadır. Bu durumda hiç kimse, gaybi olan ruhun mahiyetini kavrayamaz. Bazı müfessirler ise; muhatap zamirinin, suali soran yahudilerle ilgili olduğunu belirtmişlerdir.(10) Birinci kavle göre, insanların ruhun keyfiyetini bilmeleri mümkün değildir.
Kur'ân-ı Kerim’in müteaddit ayetlerinde zikredilen “Sur” terimi; tıpkı ruh gibi, mutlak gaybı ifade eden bir keyfiyete haizdir. Çünkü sur’un mahiyetini veya üç ayrı zamanda üfürülecek olan sur’lar arasındaki vakti, insanların duyularıyla ve akıllarıyla bilebilmeleri mümkün değildir. “Sur” kavramına yer verilen nasslar tahlil edildiği zaman, İsrafil’in bu ses aletini üç ayrı zamanda kullanacağının haber verildiği görülmektedir.(11) “Nefhatû’l Feza” denilen ilk üfleyişte, bütün insanları şiddetli bir ölüm korkusu saracaktır. Bu hakikat “Sura üflendiği gün, göklerde ve yerlerde bulunan kimseler, hep korku içinde kalırlar” (En neml Sûresi: 87) ayetiyle sabittir. Sur’un üflenmesinden sonraki vakti ifade eden ayet-i kerime ise şöyledir: “-Sur’a üflendi!..Göklerde ve yerde olanlar hep düşüp öldüler.Ancak Allah’ın dilediği kaldı.” (Ez Zümer Sûresi: 68) Üçüncü defa sur’a üflenmesiyle ortaya çıkacak durum şöyle ifade edilmiştir:”-Sur’a üflendi!.. İşte onlar kabirlerinden (kalkıp) rablerine koşuyorlar.”(Yasin Sûresi: 51) Sûr kavramına verilen bu anlamın yanında onu “sûret’in” çoğulu “suver” şeklinde okuyan ve buna “cesetlere hayat soluğu üfürmek ve canlandırmak” manâsını veren müfessirler de vardır.(12) Bunun “Sûr” veya “Suver” şeklinde okunması ve farklı manâların verilmesi, gelecekte cereyan edecek bu hadisenin mutlak gayb olmasına engel değildir. Zaman içinde ortaya çıkacağı muhkem nasslarla haber verilen (Dabbetü’l Arz. Ye’cüc -Me’cüc vs) fakat akılla idraki mümkün olmayan varlıklara iman etmek, sadece mü’minlere mahsus olan bir vasıftır. Kur'ân-ı Kerim’de yer alan gaybi haberler, sadece gelecekle (yani Ahiret hayatıyla) sınırlı değildir. Zira gaybe iman, mü’minlerin önemli vasıflarından birisidir. Gaybe imanın; bazı insanlarda sezgi ve keşif yoluyla, bazılarında ise istinbat ve istidlal yoluyla hâsıl olması mümkündür.
____________________
(1) Yakûp El Firuzâbadi- El Kamûsû’l Muhit- Kahire: 1301 C:1 Sh:111 vd.
(2) İbn-i Manzur- Lisânu’l Arap- Beyrut: 1955 C: 1 Sh: 654 vd.
(3) M.Hamdi Yazır- Hak Dini Kur'ân Dİli- İst: 1971 C: 1 Sh: 176
(4) Rağıp El Isfahani- El müfredat fi Garibû’l Kur'ân-İst: 1986 Sh: 552
(5) Geniş bilgi için/ Mecmuatû’t Tefasir- İst: 1979 C: 1 sh: 42-43
(6) İbn-i Kesir- Tefsirû’l Kur'âni’l Aziym- Beyrut: 1969 C: 1 Sh: 40 vd
(7) Sahih-i Buhari-İst: 1401 K.Tevhid: 4, Ayrıca Sahih-i Müslim- İst: 1401 K. İman:7, İmam Ahmed b. Hanbel-El Müsned- İst: 1401 C: 4 Sh: 13
(8) İddia için Bakınız/ Prof. Dr. Süleyman Ateş- Yüce Kur'ân’ın çağdaş Tefsiri- İst: 1989 C:7 Sh: 81
(9) Geniş bilgi için bkn/ İbn-i Kesir- A.g.e. C: 2 Sh: 61
(10) İmam-ı Zemahşeri- El Keşşaf- Beyrut: 1947 C: 2 Sh: 464, Ayrıca İmam-ı Nesefi- El Medariu’t Tenzil- İst: 1984 C: 2 Sh: 326
(11) Geniş bilgi için bkn/ İbn-i Kesir- A.g.e. C: 2 Sh: 146
(12) İsmail Hakkı Bursevi- Ruhu’l Beyan-Beyrut: ty C: 3 Sh:53